Örgütlenme üzerine notlar
Günlük hayatta ifade edilen hoşnutsuzlukların ardı arkası yoktur. Hemen hemen herkesin şu veya bu şekilde rahatsız olduğu ve problem olarak gördüğü olgulardan bahsediyoruz. Bunların belkide en başta gelenleri işsizlik, ay sonunu getirememe, borçlar, ‘kagıt-kürek’ derdi, dil sorunu, kültürel yozlaşma, gerçek dostlukların yoksunluğu vb. olarak sıralanabilir. Gerçi her ne kadar da bu sıraladıklarımız şeylerden yakınıp, bu problemleri görsekte, çözüm konusundaki yetersizlikler gözler önünde durmaktadır. Bazen çözüm yollarını görüp düşünemediğimiz gibi, bazen de düşünür, ama olanaksız olarak değerlendiririz.
2001 yılında Avrupa devletlerinin çoğunda Euro para biriminin yürürlüğe girmesiyle birlikte, gelişen hayat pahalılığını her ne kadar çoğu insan cüzdanında hissetmiş olsada, buna karşı çözüm yolunun varlığını kimse aklının ucundan bile geçirmemiştir. Çözüm yolunu bilenler ise, bunun olanaksız olduğu kanısına vararak, çözüm yolunu bilmeyenlerin yaptığı gibi ‘kaderine’ eyvallah çekip sesini çıkarmamıştır. Birlikten güç doğar olgusunun gözlerden kaçtığı bu noktanın, yani problem olarak görülen olguların çözümünün üzerinde durmakta yarar var.
Özel olarak gençliğin sorunlarının toplumsal gelişmelere bağlı görülmesi ve çözümün bu olguya dayalı olarak ele alınması zorunludur. Gençliğin sorunları bu boyutuyla ele alınmadığı taktirde, gelişmeler salt görsel yönüyle analiz edilecektir ki, sorunun özü yakalanmadığı gibi, çözümün kendisi de çözümsüzlükten başka bir şey ifade etmeyecektir. Objektif gerçeklik toplumsal gelişmelerin kendisinden başka birşey değildir. Bu gerçekliğin doğru çözümlenmesi ancak üretim ilişkilerinin sağladığı emek ile sermaye çelişkisi ve yaşandığı boyutun ele alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bir başka deyimle, kişilerin üretim içerisindeki yeri ve sınıf mücadelesi olgusu hesaba katılmadan, maddi yaşamın analiz edilmesi olanaksızdır. Somutlarsak, gençliğin işsizlik sorunu, öğrenim vb. sorunları salt bu çerçevede ele alınamayacağı ve çözümlenemeyeceği gibi, içinden gectiğimiz süreçten bağımsız olarakta görülemez. Bütün bu sorunlar Yeni Dünya Düzeni, globalizm vb. emperyalist politikaların yansımasından, emek ile sermayenin çelişkisinin boyutundan ayrı ele alınamaz. Maddi yaşamın bu bilimsel tarzda analiz edilmesi ise, özü itibariyle problemlerin ve onların kaynaklarının bilince çıkarılması ve bu yönlü değişimin yolunun açılmış olması demektir.
Lakin, değişim ve dönüşüm, gelişen süreci lehine çevirmenin anahtarı, bilinçli emek gücünün doğru bir tarzda harekete geçirilmesinde yatmaktadır. Analiz sonucu oluşturduğumuz idealler, adım adım pratikle bütünlük kazandığı oranda hayatın gerçekliği kendi lehimize dönüşümü sağlayabilecektir. Bu anlamıyla pratiğin önemi, bilgiyi/teoriyi soyutluk evresinden çıkarıp, somuta indirgemesinde ve uygulamasında yatmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, sergilenmek istenen pratiğin, yaşanan problemleri çözme konusunda hayat hakkı bulması veya bir başka deyimle başarıyla sonuçlanması için, bir bütünlüğe ihtiyaç vardır. Her ne kadar da, düzen tarafından, yaşanan sorunların bireysel olduğu kanısı uyandırılmaya çalışılsa da, dünyada ezici çoğunluğun bu sorunları yaşadığı ortadadır. Toplumsal sorunları çözmenin yolu kollektif hareket etmekten, yani örgütlenmekten geçer. Örgütlülüğe dayanmayan düşünce ve politikalar, ne kadar doğru olursa olsunlar etki güçleri mutlaka zayıf olmaya mahkumdur.
Örgütlenme insanın düşünsel, ruhsal, güçsel ve eylemsel bütünlüğüdür. Düşünce ile insan unsurunun, bilinç ile emek gücünün, teori ile pratiğin birlikteliğidir. Doğa şartlarına karşı korunmak için, büyük hayvanları avlamak veya onlara karşı gelebilmek için insanların giriştiği ilk kollektif eylem biçimidir. Hayvani dünyadan kurtulurken, insanlaşma yolunda, yaşamın nesnelliğinden öznelliğine doğru geçişte atılan ilk organizeli çabadır. Yani, daha önceleri dünyayı çözemediğinden kaynaklı, onun koşullarına tabi olan insan, örgütlenerek yaşamı kontrol etme ve değiştirme sanatını elde etmiştir.
Belirtilmelidir ki, bu insanlaşma sürecinde, insanı hayvanlardan ayırıp kendi özüyle buluşturan şeyin kendisi emektir. Emek; bilinçli, planlı ve tasarlanmış çabadır. Çaba ise ortak iradenin, kolektif gücün, birleşik düşünce ve eylemin ürünüdür. Demek ki örgütlülük, varolan düşünceyi eyleme dökmedeki temel güç olurken, üretim ilişkilerin ahengini değiştirmede ve böylece daha önce bahsettiğimiz toplumsal sorunlara karşı köklü çözümüde teşkil etmektedir.
Örgütlenme toplumların, dolayısıyla insanların yaşam gerekçesidir. Her toplumun, her ulusun, her sınıfin ve her insanın var olma, kendini koruma ve geliştirme kaynağıdır. Hiç bir toplum, ulus, sınıf veya insan örgütsüz yaşayamaz, kendini koruyup geliştiremez. İnsanın en az su, ekmek, hava kadar örgütlenmeye, yaşamını düzenlemeye, belli bir irade bütünselliğine ulaşmaya ihtiyacı vardır. Zaten örgütsüz veya kendini kolektif bir irade gücüne kavuşturmayan insan gerçek anlamda insan değildir. Zira insanı insan yapan örgütlü emek gücüdür. Örgütlenme ihtiyacının yok olması demek, insani değerlerin yitirilmesi, yozlaşma ve en son aşamada, fiilen olmasa bile ‘yok olma’, yani robotlaşma demektir.
Sınıflı toplumda yaşamanın bir sonucu olarak, tüm düşüncelerimiz ve tüm hareketlerimiz belirli bir sınıfa hizmet etmektedir. Söylemlerimiz ve davranışlarımız ya ezen sınıfın ideolojisini temsil eder, yada ezilen sınıfın ideolojisini.
Bu bağlamda örgütlenme de sınıfsal bir kavram olarak ele alınmalıdır. Lakin, ezen sınıflar, ezilenlerin başkaldırmamaları, sömürü düzeninin farkına varmamaları için örgütlenir ve örgütler yaratırlar. Örnek vermek gerekirse, ezen sınıflar isyanları, başkaldırıları, protesto eylemlerini bastırmak amaçlı ordu ve polis teşkilatını örgütler ve onları kendi hedefleri doğrultusunda eğitirler. Ayrıca, okulları sorgulamayan, araştırmayan insan tipi yaratmak için örgütler ve yönetirler. Kendi kontrolleri altındaki medyada bilimden, sanattan ve araştırmalardan bahsetmek yerine, mankenlerden, popstar’lardan ve futboldan bahsetmeyi tercih ederler. Halkın beynini bu konularda yönlendirmek, kendi düzenlerinin daha uzun yaşayabilmesi anlamına gelmektedir.
Diğer yönlü, ezilenler ise kendi örgütlenmelerini yaratmak zorundadır. Çünkü sosyal ve kültürel anlamdaki varolan ihtiyacın karşılanması doğal bir zaruriyettir. Halkın ilerici kültürüne yapılan bombardımanlara karşı halk, kendi sanatını ve edebiyatını icra edebileceği, geliştirebileceği kültür evleri ve sanat okulları yaratmak zorundadır ve yaratıyor da. Bunun dışında, varolan toplumsal haksızlıklara karşı mücadele etmenin yolu da örgütlülükten geçer. Derneklerde, halk evlerinde düzenin uygulamalarını bilince çıkartmak amaçlı, araştırma yapıp yaşanan sorunların nedenselliğine inmek için ve de en önemlisi, mücadele etmek için kollektif birliktelikler/komiteler oluşturulmaktadır.
Tabi ezilen sınıfın örgütlenme düzeyinin yeterli boyutlarda olmadığı açıktır. Eğer günümüzde halkın çoğunluğunun maruz kaldığı açlığı, sefaleti, sömürüyü, baskıyı, zulümü göz önünde bulundurursak, bunu daha iyi anlayabiliriz. Demokrasi, insan hakları ve ‘özgür insan’ şiarları altında, özelliklede Avrupa ülkelerinde, çoğunluğun istemediği veya hoşnut olmadığı uygulamalar, bir avuç kapitalist tarafından karara bağlanıp, yürürlüğe sokulmaktadır. Azınlığın çoğunluğun kararlarına uyması gerektiği olgusunu hiçbir zaman uygulamayan, işçi sınıfının emeğini gasp ederek yaşamını en lüks şekilde sürdüren, savaşlar açan, silah sanayisine milyarlarca doları harcayan burjuvaziye karşı örgütlenmenin yeterli düzeyde olduğunu söyleyebilirmiyiz? Tabiki değil. Unutulmamalıdır ki, egemenler bu sistemi sürdürübilme gücünü halkın örgütsüzlüğünden almaktadırlar. Halkın örgütsüz kalması için elindeki varolan bütün araçları kullanan, bireyselleştirmeye çalışan, düşüncelerini başka gündemlerle meşgul eden veya sorunların çözülmesini olanaksız olarak gösteren yine egemenlerdir.
Bizler ise yaşanan haksızlıklara karşı toplumsal mücadelenin gereksinimini bilince çıkartmakla yükümlüyüz. Sorunların esaslı çözümünün sistemin değişmesiyle mümkün olabileceğini ve bunun içinde kollektifin yaratılması gerektiğini bir an olsun unutmamalıyız. Bilimle derinleşerek, kitleler içinde yaygınlaşarak, emekten aldığımız güç ile dünyayı değiştirme perspektifiyle harekete geçmeliyiz. Yeni Demokratik Gençlik olarak amacımız, gelişen proleter devrimler çağında yaşanan, gerek uluslararası gerekse de yaşadığımız Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan tüm anti-demokratik uygulamaları gerçek niteliği ve boyutuyla ortaya çıkarmak, devrimci bir tutum içerisinde demokratik mücadeleyi sürdürmektir. Yaşamı örgütleyebilen ve değiştirebilen örgütlülükler yaratmada azimli olmayız. Az sesliliğin çok sesliliğe bürünmesini sağlamanın adıdır örgütlülük. Bir elin beş parmağının dağınıklılığını, güce dönüştüren yumruktur örgütlülük. Birliktir, mücadeledir, zaferdir!
29 Mart 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
BÜLTEN

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder