.jpg)
30 Haziran 2010 Çarşamba
20 Nisan 2010 Salı
SEMAH KURSUMUZDAN GÖRÜNTÜLER
Bütün evren semah döner
Aslına ermektir hüner
Aşkından güneşler yanar
Dilden (Sözlen) anlatılamazki...!!!
Orta asya bozkırlarında evrensel bütünlük, insan ve doğa merkezli barış için, bereket-bolluk, dostluk ve kardeşlik için yapılan Brahmanist; Zerdüşt; Şamanist törenlerden aldığı temel kültürle ve yol bir-sürek bir ilkesi ile Güneşin doğduğu yerden Güneşle birlikte doğup Güneşle yıkayarak yüzlerini; Işık ışık akan, döne döne Anadoluya gelirken ışık saçan sevgi saçan, ışığı yine ışıkla yakan, Kırklar’la Cem birleyip ilahi aşk ve cezbe ile Semaha durup yel-yepelek pervane olup odlara yanan, halk ile bütünleşip bir can bir vücut olup dara duran canların birden kalkıp yükselişi, arşa yükselişi, aşka gelip haykırışıdır, ulaşılmayacak yere ulaşmasıdır, yıldızlaşmasıdır Semah.
Orta Asya bozkırlarında
Anadolu ovalarında;
Ceylanlara karışıp;
Semah döndük
Al kırmızı Turnalar gibi
Ulu şahinler misali
Üç gün üç gece
Kırk gün kırk gece
Mansur darında erirler, akarlar; katre iken umman; zerre iken Güneş olurlar. Emek inan (İnsan), sevgi vadisinde Kırklar Semah’ında Can olurlar. Seslenirler, Orta Asya’dan kopup gelen nidalarıyla Anadolu insanlarına, tüm evrene, barış, dostluk, kardeşlik diye. İsyan ederler zalime, zorbaya, mürkire yobaza, şekilciye.Orta çağın temel üretim aracı olan toprak-otlak zemininde gönül sevdasının özünde İnsanı kutsayarak
Hz. Ali’yi mürşid-rehber, Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir bilirler. Geleneksel başkaldırılarını yeniden yorumlarlar. Anadoluya özgü bir inanç yolu oluştururlar; Kirlenen paslanan her gönlü sevgi yağmuru ile yıkarlar; Toplumsala bürünen bireysellikleri içinde arılaşır bal yaparlar, İnançlarını aşarak evrensele çengel atar toplumun inancı düşüncesi olmayı başarırlar. Çünkü artık ölümsüzdürler. Aklın kuşatıcılığında sonsuzu yaşarlar. Egemene kafa tutarlar. Yalınlıktır durumları artık; Çünkü ikiliği aşıp bir olmuşlardır, Söylence zemininde özlem olup uçarlar gönül ekip gönül biçerler. Çünkü artık halk olmuşlardır, onunla kaynaşmışlardır.Semah Kendini Aşıp Öz’e ulaşmaktır:
Haşaki bizim Semahımız
Oyuncak değildir.
O bir aşk halidir
Salıncak değildir
Herkimki semahı
Bir oyun sayar
Onun namazı
Kılınır değildir(Hz.Hünkâr Hacı Bektaşi Veli)
Semah’ın Öğretisi;
Aşk’ı manada görebilmek İnsan-ı Kâmile erişebilmek Yetmiş iki millete bir gönül gözüyle bakabilmek Elsiz, dilsiz, ve belsiz şu âlemde seyran eylemek Kendini bir kenara koyarak insanlığa hizmet edebilmek.Hep incinip hiç incitmeden yaşamak Gördüğünü örtüp görmediğini söylememek
Semah’ın Felsefesi;
Gönülde gizli mânâ yazılıdır, dile gelmez Bu mânâ ancak gönülü yol bulana feth olur.Gönül bahrinde yol bulan, ne inci isterse dalıp çıkarır.Gönlü bırakıp sûrete bakanlar, gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar.Gaybi (Kaygusuz Abdal)
18 Nisan 2010 Pazar
17 Nisan 2010 Cumartesi
16 Nisan 2010 Cuma
14 Nisan 2010 Çarşamba
ÜYE KAYIT FORMU
AÇILAN SAYFADA DOWNLOAD NOW BASIN ÜYE KAYIT FORMU BİLGİSAYARINIZA KAYDEDİLSİN KAYDETTİĞİNİZ ÜYE KAYIT FORMU DOSYASINI AÇIN İSTENİLEN YERLERİ DOLDURDUKTAN SONRA ÜYE KAYIT FORMU DOSYASINI
budakderekoyu@hotmail.com adresine email gönderin
TEKNİK DESTEK SAĞLAYAN FIRAT GÜVENDİ'YE TEŞEKKÜR EDERİM
budakderekoyu@hotmail.com adresine email gönderin
TEKNİK DESTEK SAĞLAYAN FIRAT GÜVENDİ'YE TEŞEKKÜR EDERİM
13 Nisan 2010 Salı
BAŞKANIMIZIN KONUŞMASINDAN
Sevgili Budakdereliler
Dernekler yöneticileri ve dernek üyeleri çalışmaları yaparken sorumluluklarının bilincinde olarak hareket etmelidir.Irk,din,mezhep,siyasi görüş vb. hiç bir ayrılığı olmayan insanlarımızi bir birine düşmanlaştırma politikası gütmemelidirler.Hizmet halkımızın mutluluğu ve yaşam seviyesinin yükseltilmesi için yapılacaksa,bunu yapalım derken insanımızı birbirine düşürecek tutumlar amaca uygun düşmeyecektir öyleyse,karalama ve dedikoducu yaklaşımlardan uzak,köylülerimiz arasındaki dostluk ve akrabalık bağlarını zayıflatmayacak yaklaşımlar beklenmelidir.
Dernek yöneticilerimiz ve üyelerimiz çalışmalar yaparken ,köylülerimizin birlikte yardımlaşarak dayanışma duyguları içinde yaşamaları ve birlikte yaşamlarından mutlu olmalarını sağlayacak yollar izlemelidir.Yukarıdan eleştirmek yerine bizzat katılarak çalışmaların içinden eksikleri eleştirmek,eksiklerin tamamlanması, daha iyiye daha güzele ulaşmak uğruna eleştirmek ve bu uğurda emek sarf etmek de en doğrusu ve makbul olanıdır.Elbette ki derneğimiz varlık nedenlerini köylülerimizn birlik ve dayanışmasına mutluluğuna adamalılar, yöneticileri de buna uygun davranmalı demokratik yöntemleri benimsemeli ve köylülerimiden kopmadan çalışma yapmalıdırlar.
Toplumsal yaşantının temel taşı, insan ve insanın topluma göre kendini konumlandırışıdır. İnsanı insan yapan temel özelliği,toplumsal bir varlık oluşudur.Toplumsal yaşantının da temeli,insanların bir arada yaşarken,genel olarak ortaklaşa yapılan her şeyde belli kurallara uyma zorunluluğudur.
Bir arada yaşamanın getirdiği olgulardan biri de,insanların birbirlerini kırıp dökmeden ortak yaşantı içinde yanlışları doğru bir şekilde çözümlemeleridir.Bunun yöntemi de insanların ve de toplumların yanlışlarını görmeleri ve bunları giderecek cesareti göstermeleri mevcut olan yanlışı kabullenmeleri ve ortadan kaldırmalarıdır.Bunun en güzel aracı da eleştiri ve özeleştiridir.
İnsan düşünen bir varlıktır. Düşünen varlık, doğası gereği, içinde bulunduğu toplumsal yapıya karşı da sürekli eleştireldir. Burada sorun bu düşünen ve eleştiren varlığın eleştirilerini salt yorumlamayla mı sınırladığı, yoksa değiştirme ve dönüştürme düzeyine mi vardırdığıdır.
Eleştiri,gerek tek tek bireylerin gerekse de tüm toplumun yanlış ve eksiklerinin görmesine yarar.Özeleştiri ise,yanlışları kabullenme ve görmenin yarattığı olgunluk ortamında bir daha bu yanlışlıkları yapmamanın temel güvencesi sayılır.Zira,yanlışı veya eksikliği kabul etmek ya da görmek bir daha aynı yada benzer yanlışlıkları yapmamak anlamına gelmelidir.Yoksa eleştiriyi geçiştirmek ve her hangi bir gelişme ve ilerlemeye tekabül etmeyen bir şekilde sadece günah çıkarmak anlamında yapılan bir özeleştiri , gerçek bir özeleştiri olamaz.Özeleştirinin amacı,eksik ve yanlışlarını kabul etmek yanında,bir daha bu türden yanlışların yapılmaması için gösterilen iradenin göstergesi olmasıdır.
Eleştiri,kötü niyet ve amaçlar güdülmediği takdirde bir soruna parmak basmak ve gelişme ve ilerlemeye engel oluşturan olguların belirlenmesi açısından temel itici güçtür.Eleştiri,yapıcı olduğu zaman daha da mükemmele yaklaşmanın yol ve yöntemlerini göstermesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.Çünkü her eleştiri kendi içinde yanlış ve eksikleri belirtme yanında , doğru ve yapılması gerekenleri de içinde barındırır.Eleştirinin temel amacı,bireyde ve toplumda aksayan yönleri bulup çıkarmak ve bunların çözümüne katkı sunmaktır.Bu amacı gütmeyen bir eleştiri , eleştiri değildir.
Özeleştirinin esası da, günah çıkarmak olmamalıdır.Amaç aksayan yönlerin kabulü ve bunların ortadan kaldırılması için samimi iradenin gösterilmesidir.Özeleştiri,günü ve sorunu geçiştirmek amacıyla kullanılıyorsa aynı yanlış ve eksikliklerin devamı kaçınılmazdır.Bu da gerileme ve giderek daha çok yanlışlara davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımaz.Özeleştiride günü birlik ve süreklilik arz ediyorsa , bu kadar etkili bir silahın da içi boşaltılmış olur.Sürekli aynı eleştirilere maruz kalınıyor ve aynı türden özeleştiri yapılıyorsa orada bir değişim,gelişme ve ilerlemeden bahsetmek olanaksızdır.
Eleştiri ve özeleştiri,toplumun ve bireylerin yanlışlarını görüp düzeltmesinin bir kaldıracı olarak kullanıldığı oranda,bireylerin ve toplumun gelişip ilerlemesinin temelidir.Bunu özüne uygun kullanmayan birey veya toplumların gelişip ilerlemesinin olanağı yoktur.
Eleştiri ve özeleştiri her koşul ve durumda aynı biçimlerde uygulamak bir diğer yanlışa yol açar.Günü birlik ve her zaman her yerde yapılacak eleştiri ve özeleştiri,bu mekanizmayı yozlaştırır.
Eleştiri ve özeleştiri,birey ve toplumların gelişimi ve ilerlemesinin önemli bir aracıdır.Aynı zamanda demokrasi kültürünün bir toplumda yerleşip yerleşmediğinin de bir göstergesidir.Eleştiriye tahammülü olmayan bir toplumsal sistemin,bireylerin ya da yöneticilerin demokrat olabilmeleri olanaklı değildir.Tek tek ilişkilerden tüm toplumsal sisteme tam demokrasi damgasını vurmuyorsa,orada eleştiri ve özeleştiri mekanizmasından söz edilemez bile.Ve yine aynı şekilde özeleştiri yapmayan tek tek bireylerden sisteme kadar herkes ya da her şeyin demokrat olmaları mümkün olmadığı gibi,gelişme ve ilerlemeden yana olmaları da mümkün değildir.
Belirleyici olan emek ve eğitimdir. Tüm sorunları aşmanın en temel yolu emek ve eğitimdir. Pratik içinde olup da yanlış yapmayan, hayal kırıklığına uğramayan yoktur. Hiç bir şey yapmayanın yanlışı da olmaz,Yaşamında yanlış yapmaktan korkanların hayal ve umutları da olmamıştır. Umudu ve hayalleri olmayan bir insan düşünülemez.Her şeyin ilacıdır emek. En net, en basit, en sade ve en anlaşılır hali ile eleştiri özeleştiri, emektir. Eleştiri özeleştiri, emeğin ve eğitimin en yoğunlaşmış halidir. Eleştiri özeleştiri, büyük bir değerdir. O insana verilen en büyük değerdir.
Eleştiriler hakaret kırıcılık vs. içermemek üzere dostlar bazında yapılır. düşmanlarsa eleştirilmez teşhir edilir.Yapılan hatalardan dersler çıkarmak tekrarını yapmamak ne kadar önemli ise özeleştiri de o derece anlamlı olur.Burada dikkate değer yön eleştiri ve özeleştiride ne derecede gerçekçi payımız var ne derece haklıyız sorusu sorulmalıdır.Aksi taktirde hiç bir anlam ifade etmez.Sistematik yapılan bu temel ilke varacağımız amaç hedefleri belirlemede bir kilometre taşıdır.Bu aracı dürüst ve samimiyetle kullanalım.
Haksız ve yanlış yapılan eleştiriler,mesele veya sorun iyice irdelenmeden anlaşılmadan yapılan eleştiriler eleştirilenin azmini ve şevkini kıracağından asla sorun özümsenmeden yapılmamalıdır,eleştiri bir öç alma intikam alma eleştirileni mücadele azminden vazgeçirmeye dönüşmemeli tam tersine ,onun yanlışını iyice görmesini sağlama ve yolunda daha emin ve kararlı olmasına yardımcı olmalıdır.Kullanılan dil sert ve keskin değil,yumuşak samimi dostça duygularla yapılmalı ve kazanmak amaçlı olmalıdır.
Yapılan bir iş veya o işi yapan veya yapanlar eleştiriliyorsa,eleştirenlerde o iş üzerinde emek vermiş o alanda uzun zaman bulunmuş ve yetkinleşmiş, emeğini düşüncesini zamanını her şeyini ortaya koymuş veya eğitimini almış olmalıdır.
Uzaktan laf atıp, ne oldu, yarattığım sonuç ne demeden, çekip giden insanlar değil, lafını söylerken, lafın gereklerini yerine getiren insanlar olmalıyız.Dürüstlük budur ve eleştirinin gereği budur.
Her zaman söylemişimdir ,derneklerüyelerinin mutlu olması,acı tatlı günlerin birlikte paylaşılması,acıların hafifletilmesi mutluluğun artması uğruna kurulmuş, oluşturulmuş araçlardır ve bu araçlarda bir birinden koparılmadan işbirliği işinde gelişerek ve ortak hizmet üretmek için çok çalışmalı ve köylülerimize laik olmalıdır.
Saygılarımla
NEDEN ÖRGÜTLENMEK GEREKİYOR
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, çeşitli yerlerde, çeşitli kurumlarda çalışıyoruz.
Belki farklı görüşlere inanıyor, farklı siyasi partileri destekliyoruz.
Ancak hepimizin ortak bir noktası var;
Yaşamak için çalışmak ve emek-gücümüzü satmak zorundayız.
İster fabrikalarda ya da bürolarda, okullarda, ister devlet kuruluşlarında, ister özel şirketlerde, isterse belediyelerde olsun hayatımızı buralardan aldığımız ücretlerle sürdürüyoruz.
Dertlerimiz aynı, sorunlarımız ortak.
İnsanca bir yaşam istiyoruz, işimiz olsun istiyoruz!
Çünkü bizim için işsizlik açlık demekti
Ücret zammı istiyoruz!
Çünkü işverenimiz olan hükümetler, her gün, her şeye zam yaparak, zaten düşük olan ücretlerimizi sürekli eritiyorlar.
Çalışma şartlarımızın iyileştirilmesini istiyoruz!
Çünkü sürekli bürokratik terörle, aşağılanmayla, adam kayırmayla karşı karşıya kalıyoruz.
Geleceğe güvenle bakmak istiyoruz!
Çünkü kendimize, ailemize, çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlamak istiyoruz. Okumak, gezmek, eğlenmek bizim de hakkımız. Biz, sürekli kıt- kanaat geçinmek, markete gitmek için bile maaş günlerini beklemek istemiyoruz.
Sosyal haklar istiyoruz!
Çünkü yıllarca ödediğimiz keseneklerin ve vergilerin karşılığını almak, bizim en doğal hakkımızdır. Vergi ve keseneklerimizin birilerine ucuz kredi olmasını değil; ucuz konut, hastane, kreş, okul, eğitim araç-gereci olarak bize dönmesini istiyoruz.
Adil yönetilmek istiyoruz!
Çünkü her gelen siyasi iktidarın kendi yandaşlarını başımıza amir olarak dikmesini, tayinimizi yer değiştirmemizi, ödüllendirilmemizi kendi yandaşlarına öncelik vererek yapmasını istemiyoruz. Liyakatin belirleyici olmasını istiyoruz.
Kısacası biz:
Bütün zenginlikleri ve değerleri üretenler olarak, bu değerlerden, refah ve gelişmeden hakkımız olan payı, adaleti, huzuru, güveni istiyoruz.
Peki, alabiliyor muyuz?
Hayır!
Anayasa ve yasalardaki haklarımızı, işçi kardeşlerimiz gibi toplu sözleşme haklarımızı kullanabiliyor muyuz?
Hayır!
Peki, Ama Neden?
Çünkü önemli yanlışlar yapıyoruz.
Peki, yanlışlarımız neler?
“Bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyoruz.
Yasaların bizi koruyacağını sanıyoruz. Yasalar yeterli olmuyor.
Ayrıca, bir üstümüzdeki amirler, yöneticiler tarafından kolayca çiğneniyor, haklarımız gasp ediliyor.
Sorunlarımızın çözümünü boş vaatler veren hükümetlerden, hükümet memuru olmuş, bir yerlere payanda olmuş kişi ve kuruluşlardan bekliyoruz.
“Ben olmasam da birileri hak arıyor, bir kazanım olursa bende faydalanırım nasıl olsa” diyoruz.
Basit bir görev değişikliğini, idareciliği daha önemli görüyor, arkadaşlarımızı, değerlerimizi satıyoruz.
Bizim için hak arayan, risk alan, bedel ödeyen kişileri acımasızca eleştiriyor, aşağılıyor, destek vermek yerine şevklerini kırıyoruz.
Ya da tek başımıza hak aramaya kalkıyoruz.
Aynı şartlarda yaşıyor, birlikte üretiyoruz.
Ama haklarımızı tek başımıza elde etmeye, küçük kurnazlıklarla günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Başaramıyoruz…
Neden?
Çünkü örgütlü değiliz!
Hükümetlerin yasama yetkileri, güvenlik güçleri, teftiş kurumları, sarı sendikaları, birlikleri ve siyasi payandaları var.
Hükümetlerin, bizim kafamızı karıştıran, gerçekleri bizden gizleyen gazeteleri, radyoları ve televizyonları var.
Hükümetler, hem ekonomiye hem de siyasete egemen.
Hükümetler güçlü.
Çünkü onlar örgütlü.
Bütün zenginlikleri biz üretiyor, biz yaratıyoruz, geleceğe nesiller hazırlıyoruz.
Ama payımızı alamıyoruz.
Haklarımızı almak ve geliştirmek için güçlü olmamız gerek.
İşverenimiz olan hükümetler karşısında güçlü olmanın yolu, en az onlar kadar örgütlü olmaktan, tepkisini göze alamayacakları kadar büyük bir kitle olmaktan geçer.
Doğru yerde ÖRGÜTLENMEK, ortak çıkarlar temelinde, ortak hedefler için birleşmek demektir.
Binlerden, yüz binlerden oluşan örgütlü çalışanlar YENİLMEZ BİR GÜÇTÜR. Fakat sen yoksan hep bir eksiktir. Çözümün parçası olamıyorsan, sorunun parçasısındır!
Dernekler yöneticileri ve dernek üyeleri çalışmaları yaparken sorumluluklarının bilincinde olarak hareket etmelidir.Irk,din,mezhep,siyasi görüş vb. hiç bir ayrılığı olmayan insanlarımızi bir birine düşmanlaştırma politikası gütmemelidirler.Hizmet halkımızın mutluluğu ve yaşam seviyesinin yükseltilmesi için yapılacaksa,bunu yapalım derken insanımızı birbirine düşürecek tutumlar amaca uygun düşmeyecektir öyleyse,karalama ve dedikoducu yaklaşımlardan uzak,köylülerimiz arasındaki dostluk ve akrabalık bağlarını zayıflatmayacak yaklaşımlar beklenmelidir.
Dernek yöneticilerimiz ve üyelerimiz çalışmalar yaparken ,köylülerimizin birlikte yardımlaşarak dayanışma duyguları içinde yaşamaları ve birlikte yaşamlarından mutlu olmalarını sağlayacak yollar izlemelidir.Yukarıdan eleştirmek yerine bizzat katılarak çalışmaların içinden eksikleri eleştirmek,eksiklerin tamamlanması, daha iyiye daha güzele ulaşmak uğruna eleştirmek ve bu uğurda emek sarf etmek de en doğrusu ve makbul olanıdır.Elbette ki derneğimiz varlık nedenlerini köylülerimizn birlik ve dayanışmasına mutluluğuna adamalılar, yöneticileri de buna uygun davranmalı demokratik yöntemleri benimsemeli ve köylülerimiden kopmadan çalışma yapmalıdırlar.
Toplumsal yaşantının temel taşı, insan ve insanın topluma göre kendini konumlandırışıdır. İnsanı insan yapan temel özelliği,toplumsal bir varlık oluşudur.Toplumsal yaşantının da temeli,insanların bir arada yaşarken,genel olarak ortaklaşa yapılan her şeyde belli kurallara uyma zorunluluğudur.
Bir arada yaşamanın getirdiği olgulardan biri de,insanların birbirlerini kırıp dökmeden ortak yaşantı içinde yanlışları doğru bir şekilde çözümlemeleridir.Bunun yöntemi de insanların ve de toplumların yanlışlarını görmeleri ve bunları giderecek cesareti göstermeleri mevcut olan yanlışı kabullenmeleri ve ortadan kaldırmalarıdır.Bunun en güzel aracı da eleştiri ve özeleştiridir.
İnsan düşünen bir varlıktır. Düşünen varlık, doğası gereği, içinde bulunduğu toplumsal yapıya karşı da sürekli eleştireldir. Burada sorun bu düşünen ve eleştiren varlığın eleştirilerini salt yorumlamayla mı sınırladığı, yoksa değiştirme ve dönüştürme düzeyine mi vardırdığıdır.
Eleştiri,gerek tek tek bireylerin gerekse de tüm toplumun yanlış ve eksiklerinin görmesine yarar.Özeleştiri ise,yanlışları kabullenme ve görmenin yarattığı olgunluk ortamında bir daha bu yanlışlıkları yapmamanın temel güvencesi sayılır.Zira,yanlışı veya eksikliği kabul etmek ya da görmek bir daha aynı yada benzer yanlışlıkları yapmamak anlamına gelmelidir.Yoksa eleştiriyi geçiştirmek ve her hangi bir gelişme ve ilerlemeye tekabül etmeyen bir şekilde sadece günah çıkarmak anlamında yapılan bir özeleştiri , gerçek bir özeleştiri olamaz.Özeleştirinin amacı,eksik ve yanlışlarını kabul etmek yanında,bir daha bu türden yanlışların yapılmaması için gösterilen iradenin göstergesi olmasıdır.
Eleştiri,kötü niyet ve amaçlar güdülmediği takdirde bir soruna parmak basmak ve gelişme ve ilerlemeye engel oluşturan olguların belirlenmesi açısından temel itici güçtür.Eleştiri,yapıcı olduğu zaman daha da mükemmele yaklaşmanın yol ve yöntemlerini göstermesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.Çünkü her eleştiri kendi içinde yanlış ve eksikleri belirtme yanında , doğru ve yapılması gerekenleri de içinde barındırır.Eleştirinin temel amacı,bireyde ve toplumda aksayan yönleri bulup çıkarmak ve bunların çözümüne katkı sunmaktır.Bu amacı gütmeyen bir eleştiri , eleştiri değildir.
Özeleştirinin esası da, günah çıkarmak olmamalıdır.Amaç aksayan yönlerin kabulü ve bunların ortadan kaldırılması için samimi iradenin gösterilmesidir.Özeleştiri,günü ve sorunu geçiştirmek amacıyla kullanılıyorsa aynı yanlış ve eksikliklerin devamı kaçınılmazdır.Bu da gerileme ve giderek daha çok yanlışlara davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımaz.Özeleştiride günü birlik ve süreklilik arz ediyorsa , bu kadar etkili bir silahın da içi boşaltılmış olur.Sürekli aynı eleştirilere maruz kalınıyor ve aynı türden özeleştiri yapılıyorsa orada bir değişim,gelişme ve ilerlemeden bahsetmek olanaksızdır.
Eleştiri ve özeleştiri,toplumun ve bireylerin yanlışlarını görüp düzeltmesinin bir kaldıracı olarak kullanıldığı oranda,bireylerin ve toplumun gelişip ilerlemesinin temelidir.Bunu özüne uygun kullanmayan birey veya toplumların gelişip ilerlemesinin olanağı yoktur.
Eleştiri ve özeleştiri her koşul ve durumda aynı biçimlerde uygulamak bir diğer yanlışa yol açar.Günü birlik ve her zaman her yerde yapılacak eleştiri ve özeleştiri,bu mekanizmayı yozlaştırır.
Eleştiri ve özeleştiri,birey ve toplumların gelişimi ve ilerlemesinin önemli bir aracıdır.Aynı zamanda demokrasi kültürünün bir toplumda yerleşip yerleşmediğinin de bir göstergesidir.Eleştiriye tahammülü olmayan bir toplumsal sistemin,bireylerin ya da yöneticilerin demokrat olabilmeleri olanaklı değildir.Tek tek ilişkilerden tüm toplumsal sisteme tam demokrasi damgasını vurmuyorsa,orada eleştiri ve özeleştiri mekanizmasından söz edilemez bile.Ve yine aynı şekilde özeleştiri yapmayan tek tek bireylerden sisteme kadar herkes ya da her şeyin demokrat olmaları mümkün olmadığı gibi,gelişme ve ilerlemeden yana olmaları da mümkün değildir.
Belirleyici olan emek ve eğitimdir. Tüm sorunları aşmanın en temel yolu emek ve eğitimdir. Pratik içinde olup da yanlış yapmayan, hayal kırıklığına uğramayan yoktur. Hiç bir şey yapmayanın yanlışı da olmaz,Yaşamında yanlış yapmaktan korkanların hayal ve umutları da olmamıştır. Umudu ve hayalleri olmayan bir insan düşünülemez.Her şeyin ilacıdır emek. En net, en basit, en sade ve en anlaşılır hali ile eleştiri özeleştiri, emektir. Eleştiri özeleştiri, emeğin ve eğitimin en yoğunlaşmış halidir. Eleştiri özeleştiri, büyük bir değerdir. O insana verilen en büyük değerdir.
Eleştiriler hakaret kırıcılık vs. içermemek üzere dostlar bazında yapılır. düşmanlarsa eleştirilmez teşhir edilir.Yapılan hatalardan dersler çıkarmak tekrarını yapmamak ne kadar önemli ise özeleştiri de o derece anlamlı olur.Burada dikkate değer yön eleştiri ve özeleştiride ne derecede gerçekçi payımız var ne derece haklıyız sorusu sorulmalıdır.Aksi taktirde hiç bir anlam ifade etmez.Sistematik yapılan bu temel ilke varacağımız amaç hedefleri belirlemede bir kilometre taşıdır.Bu aracı dürüst ve samimiyetle kullanalım.
Haksız ve yanlış yapılan eleştiriler,mesele veya sorun iyice irdelenmeden anlaşılmadan yapılan eleştiriler eleştirilenin azmini ve şevkini kıracağından asla sorun özümsenmeden yapılmamalıdır,eleştiri bir öç alma intikam alma eleştirileni mücadele azminden vazgeçirmeye dönüşmemeli tam tersine ,onun yanlışını iyice görmesini sağlama ve yolunda daha emin ve kararlı olmasına yardımcı olmalıdır.Kullanılan dil sert ve keskin değil,yumuşak samimi dostça duygularla yapılmalı ve kazanmak amaçlı olmalıdır.
Yapılan bir iş veya o işi yapan veya yapanlar eleştiriliyorsa,eleştirenlerde o iş üzerinde emek vermiş o alanda uzun zaman bulunmuş ve yetkinleşmiş, emeğini düşüncesini zamanını her şeyini ortaya koymuş veya eğitimini almış olmalıdır.
Uzaktan laf atıp, ne oldu, yarattığım sonuç ne demeden, çekip giden insanlar değil, lafını söylerken, lafın gereklerini yerine getiren insanlar olmalıyız.Dürüstlük budur ve eleştirinin gereği budur.
Her zaman söylemişimdir ,derneklerüyelerinin mutlu olması,acı tatlı günlerin birlikte paylaşılması,acıların hafifletilmesi mutluluğun artması uğruna kurulmuş, oluşturulmuş araçlardır ve bu araçlarda bir birinden koparılmadan işbirliği işinde gelişerek ve ortak hizmet üretmek için çok çalışmalı ve köylülerimize laik olmalıdır.
Saygılarımla
NEDEN ÖRGÜTLENMEK GEREKİYOR
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, çeşitli yerlerde, çeşitli kurumlarda çalışıyoruz.
Belki farklı görüşlere inanıyor, farklı siyasi partileri destekliyoruz.
Ancak hepimizin ortak bir noktası var;
Yaşamak için çalışmak ve emek-gücümüzü satmak zorundayız.
İster fabrikalarda ya da bürolarda, okullarda, ister devlet kuruluşlarında, ister özel şirketlerde, isterse belediyelerde olsun hayatımızı buralardan aldığımız ücretlerle sürdürüyoruz.
Dertlerimiz aynı, sorunlarımız ortak.
İnsanca bir yaşam istiyoruz, işimiz olsun istiyoruz!
Çünkü bizim için işsizlik açlık demekti
Ücret zammı istiyoruz!
Çünkü işverenimiz olan hükümetler, her gün, her şeye zam yaparak, zaten düşük olan ücretlerimizi sürekli eritiyorlar.
Çalışma şartlarımızın iyileştirilmesini istiyoruz!
Çünkü sürekli bürokratik terörle, aşağılanmayla, adam kayırmayla karşı karşıya kalıyoruz.
Geleceğe güvenle bakmak istiyoruz!
Çünkü kendimize, ailemize, çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlamak istiyoruz. Okumak, gezmek, eğlenmek bizim de hakkımız. Biz, sürekli kıt- kanaat geçinmek, markete gitmek için bile maaş günlerini beklemek istemiyoruz.
Sosyal haklar istiyoruz!
Çünkü yıllarca ödediğimiz keseneklerin ve vergilerin karşılığını almak, bizim en doğal hakkımızdır. Vergi ve keseneklerimizin birilerine ucuz kredi olmasını değil; ucuz konut, hastane, kreş, okul, eğitim araç-gereci olarak bize dönmesini istiyoruz.
Adil yönetilmek istiyoruz!
Çünkü her gelen siyasi iktidarın kendi yandaşlarını başımıza amir olarak dikmesini, tayinimizi yer değiştirmemizi, ödüllendirilmemizi kendi yandaşlarına öncelik vererek yapmasını istemiyoruz. Liyakatin belirleyici olmasını istiyoruz.
Kısacası biz:
Bütün zenginlikleri ve değerleri üretenler olarak, bu değerlerden, refah ve gelişmeden hakkımız olan payı, adaleti, huzuru, güveni istiyoruz.
Peki, alabiliyor muyuz?
Hayır!
Anayasa ve yasalardaki haklarımızı, işçi kardeşlerimiz gibi toplu sözleşme haklarımızı kullanabiliyor muyuz?
Hayır!
Peki, Ama Neden?
Çünkü önemli yanlışlar yapıyoruz.
Peki, yanlışlarımız neler?
“Bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyoruz.
Yasaların bizi koruyacağını sanıyoruz. Yasalar yeterli olmuyor.
Ayrıca, bir üstümüzdeki amirler, yöneticiler tarafından kolayca çiğneniyor, haklarımız gasp ediliyor.
Sorunlarımızın çözümünü boş vaatler veren hükümetlerden, hükümet memuru olmuş, bir yerlere payanda olmuş kişi ve kuruluşlardan bekliyoruz.
“Ben olmasam da birileri hak arıyor, bir kazanım olursa bende faydalanırım nasıl olsa” diyoruz.
Basit bir görev değişikliğini, idareciliği daha önemli görüyor, arkadaşlarımızı, değerlerimizi satıyoruz.
Bizim için hak arayan, risk alan, bedel ödeyen kişileri acımasızca eleştiriyor, aşağılıyor, destek vermek yerine şevklerini kırıyoruz.
Ya da tek başımıza hak aramaya kalkıyoruz.
Aynı şartlarda yaşıyor, birlikte üretiyoruz.
Ama haklarımızı tek başımıza elde etmeye, küçük kurnazlıklarla günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Başaramıyoruz…
Neden?
Çünkü örgütlü değiliz!
Hükümetlerin yasama yetkileri, güvenlik güçleri, teftiş kurumları, sarı sendikaları, birlikleri ve siyasi payandaları var.
Hükümetlerin, bizim kafamızı karıştıran, gerçekleri bizden gizleyen gazeteleri, radyoları ve televizyonları var.
Hükümetler, hem ekonomiye hem de siyasete egemen.
Hükümetler güçlü.
Çünkü onlar örgütlü.
Bütün zenginlikleri biz üretiyor, biz yaratıyoruz, geleceğe nesiller hazırlıyoruz.
Ama payımızı alamıyoruz.
Haklarımızı almak ve geliştirmek için güçlü olmamız gerek.
İşverenimiz olan hükümetler karşısında güçlü olmanın yolu, en az onlar kadar örgütlü olmaktan, tepkisini göze alamayacakları kadar büyük bir kitle olmaktan geçer.
Doğru yerde ÖRGÜTLENMEK, ortak çıkarlar temelinde, ortak hedefler için birleşmek demektir.
Binlerden, yüz binlerden oluşan örgütlü çalışanlar YENİLMEZ BİR GÜÇTÜR. Fakat sen yoksan hep bir eksiktir. Çözümün parçası olamıyorsan, sorunun parçasısındır!
KÜLTÜRÜMÜZ-SEMAH
SEMAH GELENEĞĠNĠN UYGULANMASI
Dr. Armağan ELÇĠ
Kültür Bakanlığı
Türk Halk Müziği
Solist Sanatçı
Alevi-Bektaşi toplulukları inançlarını, yaşam biçimlerini, felsefelerini, düşüncelerini, gelenek ve göreneklerini bu güne değin en çok törenleri ve semahları ile yansıtmışlardır. Cemler, Alevi-Bektaşi topluluklarında gelenek ve göreneğe dayanan din hayatının sosyal bünyesindeki oluşumun ötesinde toplumsal, eğitsel, kültürel ve dini boyutlar taşımaktadır.
Alevi-Bektâşi törenleri ve bu törenlerde yer alan, onun ayrılmaz bir parçası olan semahlar, kırkların ceminden doğmuştur; semah Hz. Muhammed'in kırklar meclisinde semah dönmesinin yansılamasıdır. Bele bağlanan şed ve tığbent, Hz. Muhammed'in kırk parça edilmiş sarığının kırklar tarafından bele bağlanmış olmasından gelmektedir. Cemleri ve semahları birbirinden ayrı düşünemeyiz. Semahlar Alevi-Bektâşi cemlerinin hangisinde olursa olsun belirli kurallar içinde dönülür ve ritüeldirler. Sözlü kültür ürünleri olan semahlar, yazıya ve notaya geçirilmeden kuşaktan kuşağa günümüze değin gelmiştir. Bünyesindeki müziğin sağlamlığı ve söz bütünlüğü sayesinde günümüzde de bu özelliğini korumaktadır. Ancak gelenek gereği gizli yapılan cemler ve semahlar artık bazı çevrelerde açıkça yapılmaya başlanmıştır. Böylelikle dini temeli ve içeriği olan cemler ve semahlar seyirlik özelliği kazanmıştır.
Alevi-Bektâşi cemlerini ve semahlarını belirli kalıplar içine sokamayız; genel karakterin değişmemesi yanında cemler ve semahlar yöreden yöreye değişmektedir. Uygulamada farklılık olmasına rağmen öz aynıdır. Bunu Alevi-Bektâşiler "Yol bir, sürek bin." deyişi ile açıklamaktadırlar. Cemler ve semahlar kesinlikle dini amaçlıdır; bununla birlikte Türk kültürüne, halk edebiyatına, halk müziğine hizmet etmiş ve etmektedirler. Alevi-Bektâşi törenlerinin ve semahlarının ilk şekillerinin İslâmiyetten önce var olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Alevi-Bektâşiler, köken olarak eski Türklerden aldıkları bu geleneklerini doğal olarak sürdürmüşler ve korumuşlardır.
Semahlar, Alevi törenlerinin hangisinde olursa olsun, katılanlar tarafından belli kurallar içerisinde uygulanır ve sıkı bir düzenleri vardır. Alevi-Bektaşi törenlerinin ayrılmaz parçası olan semahlar günümüzde, Hz. Ali başkanlığında toplanan kırklar meclisinde yapılan semahı anmak için yapılmaktadır. Semahlarda halk ezgileri-nefesler eşliğinde aşkla, coşkuyla dönülmektedir. İlahi aşkla yapılan bu dönüşler, Hakk’a ve hakikate ulaşmak içindir. Semah dönen kişi, dünya kirinden arınmış olur. Yüzü ve kalbi nurlanır; sever, sevilir...
Semah dönülürken, saza ve aşığın okuduğu nefese dikkat edilir. Semah dönen insan cezbeye kapılarak kendinden geçer, ayakları yerden kesilir ve semaya doğru yükselir. Burada söz konusu olan şey maddi dünyadan geçmektir.
Semahların en önemli özelliği dini törenlerde oynanıyor olmasıdır. Cemin düzenine göre, gizli olarak oynanır. Semahları törenlerden ve cemlerden bağımsız düşünemeyiz; ancak günümüzde bazı yörelerde gizlilikten arınarak açıkta oynanmaya başlanmıştır. Küçük cemlerde, cemin sonuna doğru, büyük cemlerde periyodik zamanlarda semah dönülür. Semahlar, şimdi sadece törenlere özgü değildir; aynı zamanda türbeleri kutsamak amacıyla, önemli günleri anmak amacıyla da dönülmektedir. Yani katı kurallara sokulmayan semahlar, edep ve erkân kuralları içerisinde cemlerde dönüldüğü gibi, kutlama ve eğlence günlerinde de dönülmektedir. Örneğin; her yıl 16-17-18 Ağus-tosta Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesinde Hacı Bektaş Veli'yi anma günlerinde semahlar dönülmektedir. Anadolu'nun bir çok yöresinde 1 Mart’ta Nevruz’u kutlamak için semahlar dönülmektedir. Bu da se-mahın gizlilikten kurtulduğunu göstermektedir.
Semahlar, katı kurallara sokulmadığı için ve yöreden yöreye bölgesel farklılıklar ihtiva ettiği için çeşitlenmişlerdir; ancak, Anadolu Alevilerinin semahları farklı yerlerde farklı biçimlerde oynanmaz. Genel olarak, bütün Anadolu semahlarının genel karakteri değişmez; sadece yörenin farklı müzik ve hareket yapısı semahlara yansır. Bütün Anadolu'da semahların müzik ve dans yapısına ilişkin olarak, "ağırlama-yeldirme-yürütme-yeğinleme” kavramlarla karşılaşmamız mümkündür. Semahların en tipik özelliği ağır hareketlerle başlayıp, giderek hızlanması ve sonra yeniden ağırlaşmasıdır. Semahlar, genellikle kadın-erkek beraber dönülür. Bunun yanında sadece kadınların ve sadece erkeklerin döndüğü semahlar var ise de, bunlar oldukça azdır. Kadınlar tarafından oynanan semahlara örnek olarak "Çark Semahı'nı verebiliriz. Çark semahının yalnız kadınlar tarafından oynanması kurallaştırılmıştır. Sadece erkekler tarafından oynanan semahları Malatya, Tokat ve Sivas'ta görmekteyiz ve buna örnek olarak "Yâ Hızır Semah"ını verebiliriz; ancak bu semah aynı zamanda kadın erkek beraber de dönülür. Yalnız erkeklerin ve yalnız kadınların oynadıkları semahlarda da arada belli bir mesafe korunur.
Semaha kalkma, dönme ve semahı bitirme düzeninde törensi işlemlerin yapılması çok önemlidir. Bu işlemler yapılmadan semah dönülmez. Semahların başlangıcı, dönülmesi ve bitiminde yöreden yöreye farklılıklar görülmektedir. Bunun sebebi de semahın katı kurallara sokulmamış olmasıdır. Göçebe yaşam biçimi de bu farklılıkların oluşmasında etkili olmuştur.
Semah Sözcüğü Ne Zaman Kullanılmaya Başlandı?
Alevi törenlerinde, katılanların belirli kurallar içerisinde uyguladıkları (davranış biçimi olan) "Semahlar" için Anadolu ağızlarında "semah, zamah, zemah, zamak, semağ, zamağ, zemak” vb. de denilmektedir. Semah, Arapça kökenli "sema" sözcüğünden gelmektedir. İşitmek, duymak, dinlemek, işitilen söz, iyi şöhret, iyi anlama (Kamus Terc. 111.202), şarkı dinleme (Südi, Şarh-ı Divan-ı Hafız, İskenderiye 1250 1.41) ve mecazen şarkı, nağme, raks, vecd, üns meclisi ve yarı dini mahiyette çalgılı, şarkılı ziyafet gibi türlü anlamlara gelmektedir.
Sonradan kazanmış olduğu raks anlamı, musikinin doğal bir sonucudur*1+. "Semâ' köküne dayanan sözcük, Türkçe’de "sema” ve "semah" biçimlerinde iki ana söylenişe ayrılmıştır. Her söyleniş birbirinden ayrı iki oyun biçiminin adıdır. Sema, Mevlevilik’le diğer Sünni tarikatların; semah ise Alevilerin dinsel oyununun adıdır. Halk, "samah" sözcüğünün asıl söylenişini değiştirerek "semah" biçimine sokmuştur.
Samah sözcüğünün ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda, kesin bilgimiz yoktur. Sözcüğe Divan-ı Lûgat-it Türk'de rastlanmamaktadır. Ancak 13. yüzyılda yaşamış olası mutasavvıf ozan Şeyyad Hamza'nın on sekiz dizelik bir şiirinde "cırgalan" sözcüğüne rastlanmaktadır. "Moğol hanının ya da hanımının kendisine iyi Arap atına binmiş, süslü giyinmiş ve başına da samur börk geçirmiş, elinde güzel bir kargı tutmuş bir 'mugal'ı çapardığını (Moğol atlısı gönderdiğini), bunlar için ayağcılar (sâkiler) suğrak (içki) verirlerse cırgalan (içkili) rakslı toplantı yapacağını...". "Cırgalan" karşılığındaki semah sözcüğü bugün de Anadolu'da eş anlamda kullanılmaktadır. Samak, samağ, samah biçimiyle Isparta'nın İğdecik köyünde, Niğde'nin Bor ilçesinde, Kayseri'nin Bünyan ve Talas ilçeleri ile köylerinde "düğün yemeği', "Şölen” anlamında bu sözcükle karşılaşmaktayız. Bu biçimi ile sözcüğün "semâ”dan geldiği açıktır. Samah sözcüğü, Burdur'un Yeşilova ilçesinde de "ucundan alev çıkararak yanan değnek, meşâle" anlamındadır. Sözcüğün, ateş yöresinde dönen kamdan mı, yoksa Şamanist Türklerin ateş yöresini dolanmalarından mı esinlenerek ortaya çıktığı belirsizdir.
İlk sema türünün, ateş yöresini dolanmak biçiminde olduğunun bir delilini de Hacı Bektaş Vilâyetnamesi’nde bulmaktayız;
"Hacı BektaĢ-ı Veli’nin abdallarla Hırka Dağına gidiĢi sırasında abdallara Hazret-i Pir, 'tez varın, ateĢ yakın' dedi. Abdallar, etraftan çer çöp yığdılar. AteĢlediler. Hünkâr, ateĢ yanında coĢup semaha girdi. Abdallar da ona uydular. Kırk kere ateĢi dolandılar.”
Vilâyetnâme'de semah sözcüğüne rastlanılan diğer bölümleri de verelim:
"Seyyid Mahmut Hayranî, aslana binip yılanı kamçı ederek Hünkâr'a doğru gelirken Hünkâr'ın kendisine doğru bir kayaya binerek sürüp geldiğini görür. Tekke kayanın dibinde oturarak bir hafta sema, safa ederler."
"Hazret-i Pir’in önünde Şems-i Tebrizi semaa kalkıp bir Hû ismiyle berheva olup yedi gün yedi gece bu minval üzre sema eylenir."
"Hakim Sultan. Seyyid Gazi dergâhına gitmeden kudüm çaldırarak sema eder. Seyyid Gazi dergâhında da sema yapılmaktadır. Hacım Sultan hemen çarh urarak semaa girer. Etekleri hangi dervişe dokunursa o derviş düşer ölür."
"Hünkar, Kayseri'de Bostancı Çelebi'nin evine iner. Cuma vaktine dek muhabbet, semağ, safa olur." [2]
Abdal Musa Menakıpnâmesi’nde, Onun yakılması bölümünde semah sözcüğüne rastlanılmaktadır:
"Bu durum Abdal Musa Hazretlerine önceden malûm oldu. Oturduğu yerden 'Ya Allah' diye bir nara vurdu. Bu hal üzerine Abdal Musa dört beş yüz müridiyle semah ede ede Teke Bey'ine karşı yürümeye başladı. Asitanenin batısında yüksek bir dağ vardı. Abdal Musa ve müritlerinin sema etmesi sırasında bu dağ da onların ardınca yürüdü, Sultan, ona bakınca mübarek eliyle işaret edip 'dur dağım dur’ dedi ve dağ durdu. Daha sonra Abdal Musa ile taş ve ağaçlar cuşa gelip Sultan'ın ardınca Teke Beyi’ne doğru yürüdüler. Dur dağında ne kadar ağaç, taş varsa hepsi halka olup Abdal Musa ile semaha girdiler. Sultan ve müritleri semah ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip söndürdüler." [3]
Şamanist olan Sibirya ve Orta Asya topluluklarının yaptığı dini amaçlı dansların, kalıntıları ve kimlik değiştirmiş biçimleri Alevi semahları olarak karşımıza çıkmaktadır. Semahlar, kurallarla sınırlandırılmıştır ve semah sözcüğünün -kesin bir bilgimiz olmamasına karşın- 13. yüzyıldan sonra kullanıldığını varsayabilmekteyiz. Yunus Emre'nin (M. 1240-1322) Divanındaki dizelere bakarsak:
"Bu semaa girmeyen sonra peşiman olur
Erişür bizüm ile ser-be-ser düşman olur.
Bir niçenin gönline şeytanlar tolup durur
Erenler semaına anlar erişgen olur.” [4]
Sema sözcüğünü burada da görmekteyiz. Yunus Emre'den önce sema sözcüğüne rastlanmamaktadır.
Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde yapılan bir düğünde kopuz eşliğinde kadınların oyun oynadıkları görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut'ta ise raks etmek anlamında "büzüşmek" sözcüğü kullanılmaktadır *5+. Erdebil Türkmen Şahı İsmail Hataî (ölm. 1524), bir nefesinde semah sözcüğüne şöyle yer vermiştir:
"Gir semaa bile oyna
Silinsin açılsın ayma
Kırk yıl kazanda dur, kayna
Daha çiğ bu ten dediler.”
Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinde de rastlamaktayız:
“Şah, Yıldız Dağında semah eyledi...”
“Gördüm çarh-ı felek semasın döner.
Talip olan mürşit meyinden konar.
Yüreğine bir ad düşmüş de yanar.
Yanar ya Muhammed Ali çağırır...”
“Kırk budakta sema yanar.
Abdalları sema döner...
Senin aşıkların semaın tutar
Gel dinim, imanım imam Hüseyin”
“Havanın yüzünde sema tutarken,
Ab-ı kevser şarabından içerken,
Muhammed, gül reyhanını seçerken
Turnalar, Ali'mi görmediniz mi?” [6]
Kul Himmet, sözcüğü samah olarak kullanılmıştır:
“İmam Zeynel samah tutar.
Bâkır, Cafer O'na yeter,
Kumru, dost dost deyi öter,
Ali deyü, Ali deyü...” [7]
Kul Hüseyin de bir dörtlüğünde sözcüğü samah olarak kullanmış ve onun kutsallığını anlatmıştır:
“Hasan-ül Asker-i nuru hakkıyçün
Erenler samahı devri hakkıyçün
Muhammet Mehdi'nin sırrı hakkıyçün.
Allah bir, Muhammed Ali aşkına...” [8]
Aşık Derviş Ali (19. yüzyıl ozanlarından) Arapkir'in Ocak köyünde yatan Hızır Ali Babâ’ya yaptığı yakarışta sözcüğü samah olarak kullanmıştır:
“Senin dervişlerin samahla oynar,
Pişerek özleri kazanda kaynar,
Hakikat kanısın çerağın yanar,
Ver benim muradım şah Hızır Baba...” [9]
Semahlar Ne Zaman Dönülür?
Semahlar muhabbet cemlerinde, cemin sonuna doğru yapılır. Muhabbet toplantısının sonunda bütün kadın ve erkekler beraberce semaha kalkarlar. Görgü cemlerinde belli aralıklarla dönülür, ancak burada bir sıra izlenir. Önce çerağ uyarılma işlemi yapılır. Âşıklar nefes okur. Cemdeki dede ya da babanın izni ile ilk semah yapılır. Bundan sonra dönülecek semahların kendi aralarında bir sırası vardır. Semahlar gençleri alıştırmak için yapılan, Koldan Kopan erkânında Nevruz'da ve Hıdırellez'de yatırlarda dönülür.
Bedri NOYAN Dedebaba, bu konuda şunları aktarır:
“... eğer nasip olacak can varsa, onun ikrar töreni yapılır; yoksa alâlâde akĢamlarda yapılan namaz (niyaz) erkânı yapılır. Bu dini erkân bittikten sonra muhabbet sofrasına oturulur, sohbet edilir, nefesler okunur. ĠĢte bu arada sema yapılır... Semah, meydan açılıp çerağlar uyarılmayan alelâde toplantılarda, muhabbetin sonunda yapılır. Büyük muhabbetlerde ise, arada bir semaha kalkılır, sonunda toplantıda bulunanların tümü birden semah ederler.” [10]
Vahit Lütfi SALCI ise, şunları yazmaktadır:
"Semahlar, cem bezmi ve muhabbetlerin tertibine göre yapılır. Küçük muhabbetlerde, muhabbetin nihayetinde ve büyük muhabbetlerde de zaman zaman fasıla ile oyunlara kalkılır. Bu büyük muhabbetlerin en nihayetinde de yüzlerce kiĢi semaha kalkarlar..." [11]
Semaha Kimler Girer, Kimler Giremez?
Ceme, semahlı toplantılara karı-koca gidilmesi şarttır. Dul kadın ve dul erkekler de gidebilirler. Çünkü onlar daha önce karı koca cemlere gittiklerinden ve bunların durum ve kimlikleri gerektiği şekilde anlaşıldığından, yalnız gelmelerinde bir mahsur görülmemektedir. Ceme davet etmek de ilk baştan bu kaidelere uymakla olur. Davetsiz hiç kimse ceme gelemez, semaha katılamaz ve bu durum her zaman göz önünde tutularak takip edilir. Kısaca düşkün olan kişi veya kişiler ceme katılamaz, semah dönemezler. Bazı yörelerde mürşit, semaha kalkanlar için cem erenlerine onları sorar ve öyle destur verir.
Alevi-Bektaşi toplumu içinde iyi semah dönen belirli kişiler bu konuda şöhret olmuşlardır. Hatta "Semahçıoğulları" gibi soyadlar almışlar ya da sülale olarak bu şekilde tanınmışlardır. İyi semah dönen kişilerin yapılması gereken belli hareketlerde, yaptıkları kıvrak ve aynı zamanda vakur hareketleri görmek gerekir. Yürüyüşteki mimik, eda, tavır, ritme uyan ince nüanslar, topukların ayrılmasını takiben ayak parmaklarının birbiri üzerine bel hareketine uygun olan teması, aksak gibi yürürken düz harekete geçiş ve bütün bunlar esnasında nefes söyleyenlerin tonlarına göre "Ya Şah!" diye dem tutmak harika bir görsellik oluşturmaktadır. Fakat buradaki kıvraklık, hareketlilik hiçbir zaman ciddiyet sınırını aşmaz.
Semahta Kişi Sayısı
Alevi ve Bektaşilerde semahlar 3, 5, 7, 9, 12, 40 kişilik gruplar halinde dönüleceği gibi 2, 4, 6, 8, 10, 12 kişilik gruplar halinde de dönülür.
Bedız NOYAN Dedebaba, "Bektaşilerde Musiki ve Simâ” başlıklı yazısında bu konuda şunları söylemektedir:
"Semalar kesin olarak bir er bir bacı Ģeklinde çift olarak 2-4-6-8-10-12 kiĢilik gruplarda ve meydan yeterli ise, daha da fazla kiĢiyle yapılabilir. Fakirleri, Tavas'ın Sarıova-Tekke köyünde 200 kiĢi ile, Burdur’un YeĢilova-Niyazlar köyünde, bir ziyaretimiz dolayısıyla yapılan bir gece toplantısında, mehtâplı bir gecede Nîyâzî Sultan’ın yatırı önündeki meydan da hemen hemen 500-600 kiĢi hep
birlikte semalar yapmıĢtım. Çok ulvi, çok muhteĢem, çok unutulmaz bir kutsal âlemdi" [12]
Vahit Lütfi SALCI ise, semahların 2, 4, 6, 8 ve daha çok kişi tarafından dönülebileceğini söylemektedir *13+. Bu kaynaklara eş olarak M. Tevfik OYTAN da aynı bilgileri vermektedir [14].
Alevi semahlarını anlatan kaynaklar ve görüştüğümüz kişiler, bu sayıların 3, 5, 7, 9, 12 olduğunu aktarmaktadır. Bu sayılar konuyla ilgili olan hayırlı ve gülbenklerde de geçmektedir. Burada Alevilerin tekil sayılarla, Bektaşilerin ve yine Alevilerin bir kısmının çift sayılarla sema döndüğünü görüyoruz.
Alevilerde 16 kişiyle ve 40'ın üstündeki sayılarda kişilerle dönülen semahlar da vardır. 16 kişilik semahın oynanış biçimi başkadır.
Dörder kişi karşılıklı dizilirler ve çaprazlama oynarlar. 40 kişilik semah ise Fethiye Tahtacıları arasında Kadir Geceleri yapılır; ancak bu semahın kapalı yerde yapılması zorunludur. Nitekim, çok kalabalık gruplarca dönülen yatır semahları da böyledir.
Semahta Kıyafet
Semah dönenlerin kıyafetleri halkın günlük kıyafetidir ve temiz olmasına dikkat edilir. Semah, belli bir özel kıyafet gerektirmez; ancak bazı yörelerin (Tokat gibi) kendilerine özgü özel kıyafetleri de vardır. Eski dönemlerde semah dönen kadınlar üç etek ve fistan giymişlerdir. Kıyafetlerde yöreden yöreye bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Doğuda kadınlar baş açık semah dönmez; erkekler mendil ya da puşi (poşi, puşu, poşu) bağlarlar. Semahın bütün kurallarında öze önem verildiği için şekil önemli değildir.
Semah Bölümleri
Semahlar ya ağırlama ve yeldirme (yellendirme, yürütme, yeğinleme, pervaz, çark vb.) olmak üzere iki; ya da ağırlama, karşılama (canlandırma, yürüme) ve yeldirme (dönme, hızlanma) olmak üzere üç bölümlüdür. Ağırlama ile yeldirme arasındaki canlandırma bölümü bir geçiştir. Yer yer değişiklikler göstermesine rağmen semahlarda ağır ve yavaş olan hareketin ardından daha canlı bir bölümün gelmesi değişmez kaidedir; bazen bunlar hemen birbirinin ardından gelir, bazen de ağırlamadan sonra düvaz okunur. Bazı yeldirmelerin son bölümleri büsbütün canlı, çok süratli ve hareketlidir. Ayrıca öyle semahlarla karşılaşmaktayız ki; bir ağırlama ve yeldirme bölümünden sonra araya düvazlar girerek ikinci bir ağırlama ve yeldirme bölümü tekrar bulunur. Semah başlamadan önce ve bitiminde ise dede dua vermektedir.
Ağırlama, semahın birinci bölümünün ezgisi anlamında kullanılmaktadır. Genellikle bu bölüm 6+5 ya da 4+4+3 duraklı ve 11 hecelidir. abab, cccb, dddb şeklinde kafiyelidir. Ağırlamada erler kollarını sağa ve sola hareket ettirirler; bacılar da aynı hareketi kollarını omuzdan yukarı kaldırmamak üzere yaparlar; ayaklar müziğin ritmine göre ileri geri gider. Bu bölüm semahın diğer bölümlerine göre daha yavaştır. Düzgün ve aksak tartımlıdır. Bu bölümde bir hazırlık söz konusudur. Müzik, ritm, söz ve hareketler bu bölümün karakterine uymaktadır. Yusuf Ziya, ağırlamayı "cemde ayak kesmeden
yapılan bir semah" olarak tanımlar ve biz de doğal olarak ilk semahın ağırlama olduğunu kabul etmekteyiz. Bunun yanında önemle belirtmemiz gereken bir konu vardır ki; bazı yörelerin semahlarında ağırlama bölümü yoktur.
Yeldirme, semahın ikinci bölümüdür. Bazı bölgelerde yeldirmeye geçilirken semahçılar birbirlerine niyaz etmektedirler. Bu bölümde müziğin ritmine uygun beden hareketleri ile yürünür. Semahlara adını veren ve semahın müzik karakterini görebileceğimiz bölüm, bu bölümdür. Bu bölümdeki dönüşler söze ve müziğin ritmine uygundur. Yeldirme bölümünde, ağırlama bölümündeki deyişin bir bölümü hızlı söylenebilir ya da bu bölümde yeni bir deyiş okunur. Bazı semahlardaki yeldirme bölümü kendi içinde küçük bölümlere ayrılır ve burada da yavaştan hızlıya gitmek söz konusudur. 6+5 ya da 4+4+3 duraklı ve 11 hecelidir ya da 4+4 duraklı 8 hecelidir. Yeldirme bölümü ağır bir seyirde de, hızlı bir seyirde de bitebilir, ancak nadir olmakla birlikte bazı semahlarda bitiş ritmi bu bölümün hızından biraz daha ağır seviyede olabilmektedir. Ozanın adı bulunan son kıtada yani, şah beyitte, ozana gösterilen saygıdan dolayı bir müddet durulmaktadır. Ozanın adı geçen dize bitince tekrar aynı ritme devam edilir. Bazı yörelerde ağırlama ve yeldirme arasında bulunan düvazlar genellikle 11 hecelidir.
Semah bittiği zaman, semah dönenler oldukları yerde sağ ayak baş parmağı sol ayak baş parmağı üzerine, sağ el sol el üzerine gelecek şekilde göğüs üstünde bağlanır. Vücut hafifçe öne eğilir, oturanlar da aynı şekilde secde durumuna gelirler. Burada dede şu şekilde semahın bitiş duasını verir:
"Allah Allah. nur-u nebi keremi, pirimiz üstadımız Hacı Bektaş Veli, On İki İmam, On dört masum-ı pâk, on yedi kemer-best, doksanbin Horasan eri hazretleri üzerinde hazır ve nazır olan münkirler, münafıklar berbat ola, geceler hayır ola, semahlar kabul ola, hayırlar fethola şerler def ola. Hünkar Hacı Bektaşi Veli devranına hü...” [15]
Dedenin semah duasından sonra, semah dönenler düzelir ve niyazlamaya geçilir. Niyazlamada hepsi önce birbirlerine, sonra mürşide niyaz ederler. Semah bölümlerini örneklendirelim:
Hubyar Semahı
Ağırlama:
Yüce dağ başında bir kuş uçurdum
Ana nenni nenni bir kuş uçurdum
Ben meylimi bir güzele düşürdüm
Dilber nenni nenni yavrum düşürdüm
Duydum nazlı yari yad eller almış
Ana nenni nenni yad eller almış
Vallah dostlar ben aklımı şaşırdım
Dilber nenni nenni vallah şaşırdım
Yürü güzel yürü yolundan kalma
Ana nenni nenni yolundan kalma
Her yüze güleni dost olur sanma
Dilber nenni nenni dost olur sanma
Ölümden korkup da sen geri dönme
Ana nenni nenni sen geri dönme
Yiğidin alnına yazılan gelir
Dilber nenni nenni yazılan gelir
Yürütme:
Ceylan bakışına kurban olduğum
Sallanma karşımda da öldürme beni
Ah gülüm gülüm yürüsene yavrum
Mecnun edip beni de düşürdün çöle
Kerem gibi burda da yandırma beni
Ah gülüm gülüm yürüsene yavrum
Bu kadar sallanma da öldürdün beni
Ölürüm unutmam da sevdiğim seni
Ah gülüm gülüm yürüsene yavrum
Bırakın sallansın da nazlı gelini
Güzelin döndüğü de meydan övünsün
Ah gülüm gülüm gülsene canım [16]
Dem Geldi Semahı
Ağırlama:
Muhabbet çerağın yakan Ali'dir
Âşıkım didâre pervane gibi
Cümle vücud içre bakan Ali'dir
Âşıkım didâre pervane gibi
Bağ ve bostan olmuş gülleri Ali
Öter bülbül olmuş dilleri Ali
Dest-i kudret olmuş eller i Ali
Aşıkım didâre pervane gibi
Âl-i âbâ ile dost beyan olur
Kırklar dâre durur hak âyân olur
Kemerbeste olur çün uryân olur
Aşkım didâre pervane gibi
Sefil Abdal eder meydan Ali'dir
Sema ile cevlân kılan Ali’dir
Erenler Sultanı Merdan Ali'dir
Aşıkım didâre pervane gibi
Karşılama:
Dem geldi, dem geldi
A1-i âbâ Şah geldi
Yezid'e cevr ü cefa
Mümine iman geldi
Şah geldi şarımıza
Bugün bayramdır bize
Şahın ela gözleri
Armağan yeter bize
Eğdim gülün dalını
Har tutmuş yaprağını
Vadem gelir ölürsem
Şar örtsün toprağımı ilââhiri...
Yeldirme (Hızlanma):
Yürü... Yürü...
Ezelden bezminde ben seni sevdim
Muhabbet eyledim candana sunam
Muhammet Ali'yi candan seversen
Ayırma gönlünü benden a sunam
Kirpikleri oktur kemandır kaşı
Açıldı sinemde bağrımın başı
Didelerim döktü kan ile yaşı
Varayım gideyim bundan a sunam
Ben sana canımı eyledim feda
Seni bana verde: ol gani Hüda
Fâtıma neslin mi? Nedir bu eda
Bir tel mi kopardım senden a sunam
Ben seni sevmişim gönülden candan
Hiç senin haberin olmadı benden
Ferman mı okunur tozdan dumandan
Dudağın lalinden demden a sunam
Ey sunam gönülden çıkarma beni
Feleğe mi verir İlhami seni
Bir dolu kerem et mest eyle beni
Elinde tuttuğun camdan a sunam [17]
Semahta Figür
Semahta, semah dönen kişinin bağımsızlığı ana ilkedir. Her semah dönen kişi kendi içinde bağımsızdır. Bu durumda, bağımsız parçaların bütüne uyumları söz konusudur. Semah figürleri çok hareketlidir ve bu hareketliliği ifade eden bir güzelliğe sahiptir. Figür olarak incelediğimizde kökende dini olan semahlar, görünümde halk oyunları gibi algılanabilir.
Semahlarda el ele tutuşmak, bel bele tutuşmak ve birbirine dokunmak yoktur. Yalnız erkeklerin ayakları, kapalı yerde yapılan semahlarda çıplaktır ve yalnız kadınların döndüğü semahlarda da bu kurala uyulur. Semah dönenler açılan boşlukta oldukları yerde değil, meydanda halka halinde birbirlerini karşılamak sureti ile dönerler. Semah dönerken genellikle el çırpmak da yoktur; ancak bazı yörelerde buna rastlamaktayız. Semah dönmek isteyen kişi önce izler, daha sonra gençler ya da gönüller semahında semaha girer. Bu semahlar alıştırma semahları olduğu için iyice öğrenilir ve daha sonra diğer semahlarda yerlerini alabilirler. Bektaşi ve Alevi semahları sadece vücudun mihveri etrafında dönüş hareketinden ibaret değildir; belirli ezgilerin kesin ritmlerine uygun çeşitli kol ve ayak hareketlerinden oluşmaktadır ve bazı yerlerde pervaz terimi de kullanılabilir.
Semahlardaki figürler bütünüyle doğadan alınmıştır. Figürler doğanın stilize edilerek sembolleştirilmesidir. Bu yüzden her bölgenin semahında özel bir yön vardır. İzmir, Aydın, Denizli, Isparta, Antalya, Malatya, Sivas, Nevşehir, Manisa, Erzincan semah gruplarının hepsinde ortak taraflar olduğu kadar, bölgesel karakter taşıyan farklı figürler de vardır. Turna semahı, turna adlı kuşun kanat vuruşu, uçuş ve duruşunu canlandıran figürlerle oynanır. Turna ile Hz. Ali arasında bir ilgi düşünülmüştür ve bir çok Bektaşî-Alevi şiirinde buna değinen mısralar bulunmaktadır. Kırat semahı, güneşin çevresinde yıldızların pırıldayışını ve dönüşünü ele almıştır. Tokat ve Şarkikarahisar semahlarında da yine evrenin fezada hareketleri canlandırılmaktadır. Erzincan semahı, bildiğimiz erkan semahıdır. Sade ağır kol hareketleri ve buna uygun adımlarla yapılan bu semahın kendine özgü ağırbaşlı bir havası vardır .
Anadolu'daki ve Rumeli’deki semahlar arasında figür farklılıkları görülmektedir. Denizli'de, Isparta’da, İzmir-Seferihisar-Bademler köyünde semahların figürleri kendine özgüdür. Buna karşılık Bulgaristan'dan Trakya’ya göç eden Çorlu (Babai) Bektaşi-Alevilerinin semah figürleri apayrıdır. Bu bölgede en bilinen semah, Çorlu semahıdır. Bu semahın yanında çabuk semah adıyla anılan bir semah daha dönerler ve bu semahı "kadril"e benzetebiliriz. 16 kişilik semahta dört kişilik sıralar halinde bulunan semahçılar birbirlerini taraklar şekilde geçerlerken önde ve yanlarda bulunan arkadaşlarına hiç dokunmazlar. Oldukça süratli olan bu semahta yarım ölçüye bir ayak hareketi düşer. V. Lütfi SALCI'nın Kadril'e benzettiği 16 kişilik çabuk semahın nefesini aktarırsak:
Niçin inanmazsın ey kanlı Yezit
Bu çarhın sâhibi Ali değil mi?
Arşta bir hayâle uğradı Habib
Hâtemi indiren Ali değil mi?
Dostlar arasında ne işin senin?
Hey yezit tükenmez kesretin senin
Bin üç yüz yıl evvel ol divin bendin
Bağlayıp da çözen Ali değil mi?
Necel deryâsına Zülfikar attı
Deryâ bulut olup havaya aktı
Nisan yağmurları andan halk oldu
Bu aşkın deryâsı Ali değil mi?
Tâ ezel Mehdi'dir senin bahşişin
Anlardan evveldir senin gelişin,
Doksan bin kelâmı hep beyân işin
Okunan Kur’ânda Ali değil mi?
Kul Veli'yim söyle sözün hatâsın
Öldür nefs çerisin Hakk'a yetesin
Uzatma ey kardeş sözün ötesin
Bu mülkün sahibi Ali değil mi? [19]
Biraz önce de değindiğimiz gibi, erkek-kadın (er-bacı) birbirine hiç dokunmadan ve el ele tutuşmadan semah dönerler. Kollar, bazen kuş uçuşunu andırır şekilde, bazen de ileri uzatılıp geri çekilmesi şeklinde hareket ettirilir ve bu yapılırken ritmik, zarif ve estetik bir görünüm hakimdir. Bazen de eller niyaz durumunda göğüste çaprazlanır. Ayaklar bağlamaya ve müziğe uymuş olarak, eller gibi çok ritmik şekilde ve sağ ayak parmakları sol ayak parmaklarını örterek (ayak mühürlenerek) yürünür ve oynanır. Bu arada semah yapanlar mürşide ve çerağ tahtına arkalarını dönmezler; hızlı semahlar da bile buna özen gösterilir. Mürşit ve mürşidin yanında duran çerağ tahtının önünden geçerken, yüzleri bunlara doğru dönük olan semahçılar, bu geçişleri sırasında, mürşidi hafif baş keserek selamlar ve niyaz etmiş olurlar. Semah nefesini okuyanlar, şâh beyite gelince, semah dönenler oldukları yerde hareket etmeden dururlar ve ozanın adı geçen mısra okunup bitince tekrar
eski figürlerle semahın ahengine dikkat ederek dönerler. Bu, şaire, ozana saygı duruşudur ve onlara verilen değeri göstermektedir.
Bu durumda karşımıza iki ana semah figürü çıkmaktadır; birincisinde semahçılar karşı karşıya gelirler ya da halka oluşturulur, bir kuşun uçuşu gibi kollar aynı zamanda ileri kaldırılarak göğse kavuş-turulur; ikincisinde ise, yürüyüş söz konusudur. Burada da müziğin temposuna uygun, ayak parmakları birbiri üzerine konularak yürüyüp dolaşılır. Birbirlerine değmeyen, yana açılmış el ve kol hareketleri ile yapılan dönüşler (çarhlar, pervaneler) kanatlanmış turnaları andırmaktadır.
Hacı Bektaş Veli müzesinde, kırklar meydanında teşhir edilen büyük bir pirinç şamdan karidesi vardır. Bu şamdan üzerinde ustaca süslemeler arasında çizilmiş çember şeklinde bölümler içinde kudüm, tanbur... gibi müzik aletlerini çalanlar ile semah yapanların semah figürleri kalemle oyulmuştur ve oldukça ilginçtir.
Semahta Kullanılan Müzik Aleti
Müzik aleti olarak genellikle bağlama yaygındır; bunun yanında keman, kabak kemane de kullanılır. Bedri NOYAN Dedebaba, araştırmaya gittiği Aydın-Kızılpınar köyünde çalınan kemanı şöyle anlatır:
"Köyde kemanı Karadeniz kemençesi gibi çalan Bayram Kemaneci Bey ile nefese eĢlik eden bağlama da vardı. Kemanın akordunu saza göre oldukça pes düzenleyince kalın ve ağır bir ses, sazla birlikte kulağa hoĢ gelmektedir." [20]
Burada, bağlama ana melodiyi semah nefesinin ezgisine uygun bir biçimde kendi sesinden çalarken, Karadeniz kemençesi gibi çalınan keman da bir oktav pesten ana melodiyi çalmıştır. Müzik aleti olarak çalınan davul ve tef konusunda bir tezatla karşılaşmaktayız. Kaynakların çoğu davul ve tef kullanılmaz derken, bazı kaynaklar da açık havada davul ve tefin kullanıldığını kaydetmektedir.
Semah Türleri
Anadolu'nun hemen hemen her yöresinde semah dönülmektedir. Semahların şekil almasında, biçimlenmesinde; bağlı olduğu yörenin müzik karakterleri ve ritm özelliklerinin büyük etkisi vardır. Sözlü kültürün ürünü olan semahlar, yüzyıllar boyunca yazıya ve notaya geçirilmeden nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Bünyesindeki müziğin sağlamlığı ve söz bütünlüğü sayesinde günümüzde de bu niteliklerini geniş ölçüde korumuştur.
Muharrem Naci ORHAN, cemlerde dönülen semahları, görgü cemi semahları ve Abdal Musa cemi semahları olarak iki gruba ayırmıştır. Görgü cemi semahları içinde Tevhit ve Kerbelâ semahının olduğunu, bunların görgü cemlerinin dışında hiç bir yerde dönülemeyeceğini kaydetmektedir. Tevhit ve Kerbelâ semahı görgüden geçmiş, razılık almış, musahip olmuş ve terceman kurbanı kesmiş olanlar tarafından dönülür. Tevhit semahını bir bacı ve bir er ağır hareketlerle döner. Zakir bağlaması ile şu deyişi seslendirir:
"Çıkalım dağlar başına
Sürelim harman edelim
Pîrim geldi diyenlere
Camımız kurban edelim."
Zakirin okuduğu bu deyişin her dörtlüğünün sonunda cemdekilerin hepsi tevhidi şöyle seslendirirler:
“Lâilâhe illâllah
Ali Mıırşid, Ali Şâh
Ali Hayder, Ali Şâh
Ali Esed, Ali Şâh
Ali Şir’dir, Ali Şâh
Eyvallah Şahım Eyvallah
Lâ ilâhe illallah" [21]
Tevhid semahını bir er ile bir bacının dışında beş veya altı çift de dönebilir. Tevhidin üç aşaması vardır:
1. Telkin, şeriât kapısından tarikat kapısına girme olarak algılanır
2. İlbas, tarikat kapısından marifet kapısına girme olarak algılanır
3. Ahadiyet, marifet kapısından hakikat kapısına girme olarak algılanır.
Kerbelâ semahı ise tevhit semahı dönüldüğü zaman yapılır. Kerbelâ semahı şu deyiş ile dönülür:
Dini günü arzumanım Kerbelâ
Varalım İmam Hüseyin aşkına
Senden başka sermayem yok elimde
Verelim imam Hüseyin aşkına
Aşkına, aşkına şah aşkına
İllallah illallah şah illallah
Sen Alimsin güzel şahım
İllailah illallah şah illallah [22]
Bu semahta bacıların diz üstü oturmaları zor olduğu için üç er kalkar. Bir bacı iki er ya da iki bacı bir erin döndüğü de görülmektedir. Muharrem Naci ORHAN'ın semahları görgü cemi ve Abdal Musa
cemi semahları olmak üzere ikiye ayırmasına karşın, Piri Er, tarikat ve avare semahları olmak üzere ikiye ayırır ve bunlar hakkında şu bilgileri verir:
Tarikat semahları, bir ibadet havası içinde oynanılır. Bunlar, cemde bulunan yaşlılar ile evli çiftler tarafından oynanan semahlardır. Alevi olmayanların önünde ve cemler dışında oynanması hoş karşılanmaz. Bu semahlar bir oyun değil, ilahi bir aşk olarak değerlendirilir. Onun için de alenen oynanması uygun görülmez. Bu konuda Hacı Bektaş Veli'ye izafe edilen bir dörtlük vardır:
Hâşâ bizim semahımız oyuncak değildir
İlahi bir aşktır salıncak değildir
Kim ki semahı bir oyun sayar
Mümin diye namazı kılınacak değildir
Kırklar semahı, Kırat ve Ali Nur semahları bu tür semahlardandır.
Tarikat semahları dört bölümlü semahlardır. Bölümler; dua, ağırlama, yeldirme (pervane), ağırlama ve bitiĢ duası Ģeklindedir. Yeldirmeden sonra kısa bir ağırlama bölümü daha yapılır. Bazı semahlarda burda zâkir: “eğlen der sallan dur. Allı turnam - eğlen dur” gibi sözlerle bitirme zamanını belirler. Daha sonra bitirme duası dede tarafından okunur. Tarikat semahlarındaki en zor bölüm yeldirme bölümüdür. Çok hızlı dönüĢlerle oynanır. Oynanması belli bir ustalık ge-rektirdiğinden avare semahlarında bu bölüm yoktur. Avare semahları, cemde bulunan genç kuĢaklara semah kültürünü benimsetmek ve semah oynamayı öğretmek amacıyla oynanan semahlardır. On iki hizmet dıĢında da oynanırlar. Ör-neğin; Ya Hızır semahı, Hele Nenni semahı v.b. gibi. Dua, ağırlama ve bitiĢ duasından oluĢan üç bölümleri vardır [23].
Bu bilgiler ışığı altında, cem törenlerinde zorunlu olarak uygulanan semahları şu şekilde sıralayabiliriz.
1. Kırklar semahı,
2. Tevhit semahı,
3. Hizmet semahı,
4. Öğretici, eğitici, belletici semah.
Anadolu'da Alevi ve Bektaşilerin cemlerinde döndükleri semahların başında kırklar semahı, turnalar semahı, kırat semahı, Erzincan semahı, dem geldi semahı ve yatır semahları gelmektedir. Semahlar bağlı oldukları bölgenin, ilin. köyün adıyla anıldıkları gibi, nefeslerin adına veya içeriğine göre de adlandırılmaktadır. Şimdi semah örneklerimize geçelim:
SEMAH ÖRNEKLERİ:
Ali Nur Semahı
Ali Nur semahının diğer adı Fatma Ana ya da Fatıma semahıdır.
Kırk yaşını aşmış olan üç bacı, bu semahı döner. Semah ağırlama, canlanma ve yeldirme olmak üzere üç bölümden oluşur. İlk bölüm olan ağırlama Hatayi'nin bir deyişi ile dönülür:
Ali nurdur, Ali nur
Muhammed nur, Ali nur
Ali gâzaya giderken
Fatm'ana açar fal-ı nur
Ali gâzadan gelirken
Fatıma'ana çıkar salınır
Yoldan çıkma Hatayim
Yoldan çıkan alınır.
Semahta bütün bölümlere bağlama eşlik eder ve bu deyiş vurgulanarak okunur. Ağırlama ile yeldirme arasında geçiş bölümünü oluşturan canlanma bölümü ise şu deyişle oynanır:
Muhammed-Ali'yi candan seversen
Varınca bir tel ver pirime turnam
Hasan Hüseyin'den imdat umarsan
Varınca bir tel ver pirime turnam
Zeynel Abidin’ in gonca gülleri
Bakır kılavuzdur sürer kollan
Gülyüzlü pirimin Zülfü telleri
Varınca bir tel ver pirime turnam
Cafer-i Sadıkla Musa-yı Kâzım
İmam-ı Rızâ ya bağlıdır özüm
Bir de benim için eyle niyazım
Varınca bir tel ver pirime turnam.
Dedemoğlu Hak'tan tuttuk demanı
Küfür deryasında bulduk imanı
Seversen Mehd'yi sahip zamanı
Varınca bir te1 ver pirime turnam
Üçüncü bölümde olan yeldirme bölümü en hızlı bölümdür ve şu sözlerle dönülür:
Silkinip boynun uzatma
Turna ben avcı değilim
Candan kıyıcı değilim
Has nenni nenni nenni
Dost nenni nenni nenni
Turnamın kanadı ala
Sayamadım indi göle
Turna ben avcı değilim
Cana kıyıcı değilim
Has nenni nenni nenni
Dost nenni nermi nenni
Semah bittiği zaman dua edilir. Duanın sonunda üç bacı diz çöker. Bu üç bacıdan bir tanesi çark semahını dönmek için meydana gelir.
Çark Semahı
Bu semahın diğer adlan hızlı semah ya da pervaz semahıdır. Ali Nur semahının arkasından dönülmesi gerekir. Semahtan önce tevhid okunur ve cemde bulunan herkes bu tevhide katılır:
Lâ ilâhe illallah
Lâ ilâhe illallah
Ali mürşit güzel şahım
Şahım eyvallah, eyvallah
Güvercin donuna girip
Yanıl elmaya el sunup
Yürekten ateşler yanıp
Yüze vurduğu yoldur bu
,
Lâ ilâhe illallah
Lâ ilâhe illallah
Ali mürşit güzel şahım
Şahım eyvallah eyvallah
Hatayim der hepisine
Yüz düşmanın kapısına
Yazmışlar eyvallah eyvallah
Eyvallah Şah eyvallah
Şahım illallah illallah
Ali Nur semahını oynayıp bitiren üç bacıdan biri çark semahını dönmek üzere meydanın ortasına gelir. Bağlama, çark semahının ağırlamasını çalar. Meydandaki bacı, sol ayağının üzerinde durarak sağ ayağı ile dönüşleri ayarlar. Semahın ağırlama bölümünün sözleri şöyledir:
Dünü günü arzumanım Kerbelâ
Varalım Hasan Hüseyin aşkına
Senden başka sermayem yok elimde
Dualım Hasan Hüseyin aşkına
Dertli öter seherin bülbülleri
Mâni söyler Hakk'ı seven kulları
Taze açmış Erdebil'in gülleri
Derelim Hasan Hüseyin aşkına
Kapıya geldi Kırkların birisi
Birisinden mest oluyor varısı
Sarıkaya güzel şahın korusu
Konalım Hasan Hüseyin aşkına
Dergahın önünde akıyor arklar
Kuruldu semahlar dönüyor çarklar
Hani bir üzümü kırk bölün kırklar
Bölelim Hasan Hüseyin aşkına
İrehber tâlibi meydana getir
Şah-ı Merdan eksik hizmetin yetir
Irıza lokmasın meydana getir
Yiyelim Hasan Hüseyin aşkın
Şah Hatayîm bu yola beli deyi
Çığrışalım Muhammed Ali deyi
Cümlemiz de ikrarın kulu dey
Çağıralım Hasan Hüseyin aşkına
“Aşkına Şahım aşkına" dizelerine cemdeki herkes katılır. Bundan sonra semahın son bölümü olan yeldirmeye geçilir ve sözleri şöyledir:
İnayettir bize fazlı Hüda'dan
Umarım kurtarırsın dertten beladan
Muhammed'den ola bize şefaat
Veli himmet Aliyye'I Murtaza'dan
Şah Hasan'da bulduk mihr-i muhabbet
Şah Hüseyin Şehid-i Kerbela’dan
İmam ZeyneI, imam Bakır-ı Cafer
Deli1 bize kaldı Musa Rızâ dan
Şah Tâki be Nâki asker-i billah
Mehdi gelecektir Şah evliyadan
Dediler Hayatim ne meşreptensin
Aşk-ı muhabbetten sıtk-ı sefadan
Bağlama çalan ile semahçılar dualarını alarak yerlerine otururlar. Çark semahı ve dolayısıyla ondan önce dönülmesi gereken Ali Nur semahı on iki hizmetin yerine getirildiği cemlerde yapılır, bunun haricinde yapılmaz. Maraş-Elbistan'da oynanan çark semahında dede, hızı artırmak için "Çarh eyle!" komutlarıyla semahçıları uyarır.
DİPNOTLAR:
Ġslam Ansiklopedisi, “sema” maddesi, Cilt 10, s. 810.
2 Abdülbaki GÖLPINARLI: Hacı BektaĢ Velayetnamesi, Ġstanbul, 1958, s. 72.
3A. Ali ATALAY: abdal Musa, Ġstanbul, 1978, s. 131.
4 Abdülbaki GÖLPINARLI, Yunus Ġle ÂĢık PaĢa, Ġstanbul, 1941, s. 29.
5 O. ġaik GÖKYAY: Dedem Korkut Kitabı, Ġstanbul, 1973, s. 92.
6 Asım BEZĠRCĠ, Pir Sultan Abdal, Ġstanbul, 1986, s. 17.
7 Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 22.
8 Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 21.
9 Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 24.
10 Bedri NOYAN, BektaĢilik, Alevilik Nedir?, Ankara, s. 107.
11 V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 47.
12 Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Musiki ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, 21.
13 V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 17.
14 M. Tevfik OYAN, BektaĢiliğin Ġç Yüzü, Ġstanbul, 1942, s. 183.
15 Ankara Çubuk’ta Ahmet Kuzukıran Dede ile görüĢmemizde elde edilen bilgilerden alınmıĢtır.
16 TRT Halk Müziği Repertuarı
17 M. Tevfik OYTAN, BektaĢiliğin Ġç Yüzü, Ġstanbul, 1970, s. 208-209.
18 Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Musiki ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, s. 2111.
19 V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 58.
20 Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Müzik ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, s. 1806.
21 Muharrem Naci ORHAN, Alevilikte Erkan ve DüĢkünlük, Ġstanbul, 1966, s. 31.
22 Esat KORKMAZ, Alevilik BektaĢilik Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul, 1994, s. 356-357.
23 Piri Er: (Kültür Bakanmlığı, HAGEM, Araştırmacı ve Uzman) “Semahlar” (Yayımlanmamış Makale), 1-3.
Ġslam Ansiklopedisi, “sema” maddesi, Cilt 10, s. 810.
Abdülbaki GÖLPINARLI: Hacı BektaĢ Velayetnamesi, Ġstanbul, 1958, s. 72.
A. Ali ATALAY: abdal Musa, Ġstanbul, 1978, s. 131.
Abdülbaki GÖLPINARLI, Yunus Ġle ÂĢık PaĢa, Ġstanbul, 1941, s. 29.
O. ġaik GÖKYAY: Dedem Korkut Kitabı, Ġstanbul, 1973, s. 92.
Asım BEZĠRCĠ, Pir Sultan Abdal, Ġstanbul, 1986, s. 17.
Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 22.
Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 21.
Cahit ÖZTELLĠ, BektaĢi Gülleri, Ġstanbul, 1973, s. 24.
Bedri NOYAN, BektaĢilik, Alevilik Nedir?, Ankara, s. 107.
V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 47.
Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Musiki ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, 21.
V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 17.
M. Tevfik OYAN, BektaĢiliğin Ġç Yüzü, Ġstanbul, 1942, s. 183.
Ankara Çubuk’ta Ahmet Kuzukıran Dede ile görüĢmemizde elde edilen bilgilerden alınmıĢtır.
TRT Halk Müziği Repertuarı
M. Tevfik OYTAN, BektaĢiliğin Ġç Yüzü, Ġstanbul, 1970, s. 208-209.
Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Musiki ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, s. 2111.
V. Lütfi SALCI: Gizli Türk Dini Oyunları, Ġstanbul, 1941, s. 58.
Bedri NOYAN, “BektaĢilikte Musiki ve Sima”, Müzik ve Nota Dergisi XIX, Mayıs 1971, s. 1806.
Muharrem Naci ORHAN, Alevilikte Erkan ve DüĢkünlük, Ġstanbul, 1966, s. 31.
Esat KORKMAZ, Alevilik BektaĢilik Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul, 1994, s. 356-357.
Piri Er: (Kültür Bakanmlığı, HAGEM, AraĢtırmacı ve Uzman) “Semahlar” (YayımlanmamıĢ Makale), 1-3.
12 Nisan 2010 Pazartesi
31 Mart 2010 Çarşamba
DERNEK BİLGİLERİ
Dernek Başkanı: Cemalettin Çağlar
Başkan Yardımcısı:Hüsne Yalta
Genel Sekreter:Muharrem Yancı
Sayman: Hasan Çağlar
Asil Üye 1: Seçgin Sevindi
Yedek Üyeler:Vahdettin Güvendi,Orhan Karslı;Köksal Çağlar,Salim Sekmen
Denetleme Asil:
Durmuş Çelebi,Sinan Çamur,Cemil Ünver
Denetleme Yedek:
Murat Yalta,Cenk Öztorun,HasanCevahir Güvendi
KURUCU ÜYELER
Salih Çağlar
Murat Yancı
Cemal Ünver
Murtaza Aynacı
Selahattin Öztorun
cemal Karslı
Salih Öztorun
Telefon: 0212 861 27 55 Fax:0 212 861 27 55
E-Posta:
Budakderekoyu@hotmail.com
budakderekoyudernegi@gmail.com
WebSiteleri:
wwwbudakderekoyu.org
Başkan Yardımcısı:Hüsne Yalta
Genel Sekreter:Muharrem Yancı
Sayman: Hasan Çağlar
Asil Üye 1: Seçgin Sevindi
Yedek Üyeler:Vahdettin Güvendi,Orhan Karslı;Köksal Çağlar,Salim Sekmen
Denetleme Asil:
Durmuş Çelebi,Sinan Çamur,Cemil Ünver
Denetleme Yedek:
Murat Yalta,Cenk Öztorun,HasanCevahir Güvendi
KURUCU ÜYELER
Salih Çağlar
Murat Yancı
Cemal Ünver
Murtaza Aynacı
Selahattin Öztorun
cemal Karslı
Salih Öztorun
Telefon: 0212 861 27 55 Fax:0 212 861 27 55
E-Posta:
Budakderekoyu@hotmail.com
budakderekoyudernegi@gmail.com
WebSiteleri:
wwwbudakderekoyu.org
www.budakderekoyu.azbuz.com
www.budakderekoyu.blogcu.com
www.budakderekoyudernegi.tr.gg
www.budakderekoyudernegi.blogspot.com
Adres: Ulus Mahallesi Mustafa Kemal Caddesi No:20 Büyükçekmece/ İST.
www.budakderekoyu.blogcu.com
www.budakderekoyudernegi.tr.gg
www.budakderekoyudernegi.blogspot.com
Adres: Ulus Mahallesi Mustafa Kemal Caddesi No:20 Büyükçekmece/ İST.
TÜRKİYE'MİZİ TANIYALIM
scrolling="No" leftmargin="0" topmargin="0" marginwidth="0" marginheight="0" frameborder="no">
30 Mart 2010 Salı
29 Mart 2010 Pazartesi
DERNEĞİMİZDE YAPILMASI GEREKENLER
YAPILMASI GEREKENLER
1- Dernek çalışmalarına kadınlarımızın katılımının sağlanması gerekir.
2- Diğer mesleki sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılması TMMOB,Türk Tabibler Birliği,Sendikalar ve alevi dernekleri ve köy dernekleri
3- Kamuya ait Sosyal tesislerden dernek üyelerimizin yararlanmasının sağlanması
4- Derneğimize kütüphane oluşturulması ,bunun için kitap kampanyası başlatılması,
5- Dernek üyelerimizin evlerinde kullanmadığı ilaç ve eşyalarının toplanarak dernek üyelerinden veya başka ihtiyacı olanlara dağıtımının sağlanması,
6- Çevremizdeki veya başka yerlerdeki dershanelerle ilişki kurularak dernek üyelerimizin üniversiteye haırlanan çocukları için kurs veya kaynak kitap temin edilmesi,
7- Derneğimizin ve Köyümüzün tanıtılması amacıyla Semah ekibi oluşturularak Büyükçekmece ve çevre belediyelerin düzenlediği festivallerde yer alması sağlanacak
8- Dernek üyelerimizin yararlanması için bakkal,market,manav,nalbur,buna benzer kurumlarla işbirliği geliştirilerek üyelerimize indirim sağlanması,
9- Dernek binamızda toplu film,ve tiyatro oyunları seyredilmesinin sağlanması,bunun için film ve tiyatro cd si veya kasetleri temin edilmesi
10- Folklör ve tiyatro çalışmaları yapılması
11- Köy bülteni çıkarılması,
12- Ev ekonomisinin geliştirilmesi içi ev hanımlarımıza çevremizdeki fabrikalardan evde yapılacak işler ayarlanacak,
13- Ev hanımlarımıza el işleri yaptırılarak (elişi,örgü,işleme vb) yazın Büyükçekmece sahil pazarında satılarak ev ekonomisine katkıları sağlanacak
14- Budakdere TV,Budakdere radyo, ve sesli chat sitesi oluşturulmuş olup tv ,radyo ve sesli chat sitesi sayesinde üyelerimiz ve köylülerimizle ilişkiler geliştirilecek
15- Muhtarlık ve okullarla işbirliği yapılarak ihtiyaç sahibi üyelerimizin okuyan çocukları için gerekli kitap ve kırtasiye temini sağlanacak
16- Üniversitede okuyan ve ihtiyaç sahibi olanlara burs temini için çalışılacak
17- Kadınlar Komisyonu,gençler komisyonu yaşlılar komisyonları oluşturularak köylülerimizin ilişkileri pekiştirilecek
18- Üyelerimiz arasında futbol,voleybol santraç,turnuvaları düzenlenecek ve dereceye girenlere ödülödül verilecek
19- Dernek üyeleri ve çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırılması için üyeler ve çocukları arasında şiir okuma,hikaye ve fıkra anlatma ve türkü söyleme yarışmaları düzenlenecek ve dereceye girenlere hediyeler verilecek
20- Üyelerimizin doğum günü ve evlilik yıldönümleri kutlanacak
21- Köyümüze yılda bir defa olmak üzere hıdırellezde yayla şenliği düzenlenecek. İstanbulda ise yazın fırsat buldukça Pazar günleri piknik düzenlenecek
22- Askere gidenler veya üniversite kazananlar için moral geceleri düzenlenecek
23- Üyelerimiz arasında yakınlaşmayı artırmak için ev ziyaretleri tertip edilecek,
24- Cenazelerde dernek aktif rol alacak ve definden sonra merhumun evine başsağlığı dilemek ve dua okutmak için gidilecek
25- Bayramlarda Dernek binamızda bayramlaşmalar tertip edilecek,kurban bayramında kurbanlar birleştirilerek dernek üyelerimize dağıtımı sağlanacak
26- Dernekte her hafta sonu gündem konuları ile ilgili bilgilendirme,sohbet toplantıları düzenlenecek
27- Tüm dernek üyeleri için üye kayıt forumları ve üye kartı düzenlenecek
28- Üyelerini daha aktif kılmak için hizmet içi eğitim programları düzenler
29- Muhtelif sosyal kuruluşlar arasında, kültürel faaliyetleri yaygınlaştırmak için toplantılar, geziler, ziyaretler, hayır çarşıları, şölenler, defileler tertip eder. Kültürel hayatın canlılığını sağlamak için şiir günleri, sinema gösterimleri düzenler. Karikatür, resim vb. sergileri ile sanatsal ve el becerisi kursları açar, kermes, fuar, vb. etkinlikler tertip eder.
30- Yetenekli insanların ortaya çıkarılması için teşvik edici yarışmalar, anma geceleri ve konserler organize eder, kültür ve sanat insanlarına maddi ve manevi destek temin eder.
31- Dernek milli ve dini gün ve gecelerde anma ve kutlama programları düzenler. Toplumda haklı bir yer edinmiş bilim, kültür, sanat, çevre, sosyal hizmet alanlarında hizmet etmiş, eser vermiş, çalışma yapmış kişilerle ilgili anma toplantıları, konulu ödül ve yarışma programları düzenler, organizasyonlar yapar.
32- Derneğe gelir temin etmek amacı ile fuarlar, kermesler, konserler ve benzeri sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunur veya bu tür faaliyetlere katılır.
33- Doğal, tarihi ve turistik çevreyi koruyucu, çevre bilincini geliştirici her türlü faaliyette bulunur. Bu konuda yapılan diğer faaliyetleri destekler.
34- İnsan varlığının devamı için gerekli olan tabiatın ve diğer canlıların korunmasına yönelik faaliyetlerde bulunur, hatıra ormanı oluşturur.
35- Dernek faaliyetlerinin tanıtımı ve toplumla kaynaşma amacıyla halkın katılımına açık toplantılar, geziler yarışlar, şenlikler, anma günleri, ödül programları düzenler.
36- Sosyal çevrenin oluşmasını sağlayacak lokaller, misafirhaneler, kültür merkezleri kurar ve işletir.
37- Gerektiğinde muayene ve tedavileri için özel ve resmi sağlık kuruluşlarıyla temas kurar.
38- Gençliğe yönelik alkol ve uyuşturucu bağımlılığını önleyici, gençliğin problemlerine çözüm olacak programlar yapar; gönüllü kuruluşların bu programlara katılımını sağlar; bu konuda kamuoyunu bilinçlendirici faaliyetlere katkıda bulunur.
39- Dernek amaçları doğrultusunda, üyeleri arasından veya derneğe üye olmasa bile konusunda uzman kişilerden komisyonlar, çalışma kolları ve çalışma grupları teşekkül ettirebilir.
40- Dernek, gayesine uygun faaliyet gösteren gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bulunan dernekler, vakıflar, resmi kuruluşlar, tüm gerçek ve tüzel kişilerle işbirliği yapar, platform oluşturur, karşılıklı yardımlaşmayı sağlar.
41- Uygun görülürse diğer dernek, federasyon veya konfederasyonlarla işbirliği yapar.
42- Dernek, yürürlükteki yasalara uygun olarak, yurt dışında bulunan kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi yardım alabilir; bunlarla işbirliği yapar, karşılıklı yardımlaşmayı sağlar.
43- Amaç ve hizmet konularını gerçekleştirmek için dernek üyeleri ya da uzman kişiler aracılığıyla araştırma, inceleme, geliştirme çalışmaları yapar, öneri ve dilekleri belirler.
1- Dernek çalışmalarına kadınlarımızın katılımının sağlanması gerekir.
2- Diğer mesleki sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılması TMMOB,Türk Tabibler Birliği,Sendikalar ve alevi dernekleri ve köy dernekleri
3- Kamuya ait Sosyal tesislerden dernek üyelerimizin yararlanmasının sağlanması
4- Derneğimize kütüphane oluşturulması ,bunun için kitap kampanyası başlatılması,
5- Dernek üyelerimizin evlerinde kullanmadığı ilaç ve eşyalarının toplanarak dernek üyelerinden veya başka ihtiyacı olanlara dağıtımının sağlanması,
6- Çevremizdeki veya başka yerlerdeki dershanelerle ilişki kurularak dernek üyelerimizin üniversiteye haırlanan çocukları için kurs veya kaynak kitap temin edilmesi,
7- Derneğimizin ve Köyümüzün tanıtılması amacıyla Semah ekibi oluşturularak Büyükçekmece ve çevre belediyelerin düzenlediği festivallerde yer alması sağlanacak
8- Dernek üyelerimizin yararlanması için bakkal,market,manav,nalbur,buna benzer kurumlarla işbirliği geliştirilerek üyelerimize indirim sağlanması,
9- Dernek binamızda toplu film,ve tiyatro oyunları seyredilmesinin sağlanması,bunun için film ve tiyatro cd si veya kasetleri temin edilmesi
10- Folklör ve tiyatro çalışmaları yapılması
11- Köy bülteni çıkarılması,
12- Ev ekonomisinin geliştirilmesi içi ev hanımlarımıza çevremizdeki fabrikalardan evde yapılacak işler ayarlanacak,
13- Ev hanımlarımıza el işleri yaptırılarak (elişi,örgü,işleme vb) yazın Büyükçekmece sahil pazarında satılarak ev ekonomisine katkıları sağlanacak
14- Budakdere TV,Budakdere radyo, ve sesli chat sitesi oluşturulmuş olup tv ,radyo ve sesli chat sitesi sayesinde üyelerimiz ve köylülerimizle ilişkiler geliştirilecek
15- Muhtarlık ve okullarla işbirliği yapılarak ihtiyaç sahibi üyelerimizin okuyan çocukları için gerekli kitap ve kırtasiye temini sağlanacak
16- Üniversitede okuyan ve ihtiyaç sahibi olanlara burs temini için çalışılacak
17- Kadınlar Komisyonu,gençler komisyonu yaşlılar komisyonları oluşturularak köylülerimizin ilişkileri pekiştirilecek
18- Üyelerimiz arasında futbol,voleybol santraç,turnuvaları düzenlenecek ve dereceye girenlere ödülödül verilecek
19- Dernek üyeleri ve çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırılması için üyeler ve çocukları arasında şiir okuma,hikaye ve fıkra anlatma ve türkü söyleme yarışmaları düzenlenecek ve dereceye girenlere hediyeler verilecek
20- Üyelerimizin doğum günü ve evlilik yıldönümleri kutlanacak
21- Köyümüze yılda bir defa olmak üzere hıdırellezde yayla şenliği düzenlenecek. İstanbulda ise yazın fırsat buldukça Pazar günleri piknik düzenlenecek
22- Askere gidenler veya üniversite kazananlar için moral geceleri düzenlenecek
23- Üyelerimiz arasında yakınlaşmayı artırmak için ev ziyaretleri tertip edilecek,
24- Cenazelerde dernek aktif rol alacak ve definden sonra merhumun evine başsağlığı dilemek ve dua okutmak için gidilecek
25- Bayramlarda Dernek binamızda bayramlaşmalar tertip edilecek,kurban bayramında kurbanlar birleştirilerek dernek üyelerimize dağıtımı sağlanacak
26- Dernekte her hafta sonu gündem konuları ile ilgili bilgilendirme,sohbet toplantıları düzenlenecek
27- Tüm dernek üyeleri için üye kayıt forumları ve üye kartı düzenlenecek
28- Üyelerini daha aktif kılmak için hizmet içi eğitim programları düzenler
29- Muhtelif sosyal kuruluşlar arasında, kültürel faaliyetleri yaygınlaştırmak için toplantılar, geziler, ziyaretler, hayır çarşıları, şölenler, defileler tertip eder. Kültürel hayatın canlılığını sağlamak için şiir günleri, sinema gösterimleri düzenler. Karikatür, resim vb. sergileri ile sanatsal ve el becerisi kursları açar, kermes, fuar, vb. etkinlikler tertip eder.
30- Yetenekli insanların ortaya çıkarılması için teşvik edici yarışmalar, anma geceleri ve konserler organize eder, kültür ve sanat insanlarına maddi ve manevi destek temin eder.
31- Dernek milli ve dini gün ve gecelerde anma ve kutlama programları düzenler. Toplumda haklı bir yer edinmiş bilim, kültür, sanat, çevre, sosyal hizmet alanlarında hizmet etmiş, eser vermiş, çalışma yapmış kişilerle ilgili anma toplantıları, konulu ödül ve yarışma programları düzenler, organizasyonlar yapar.
32- Derneğe gelir temin etmek amacı ile fuarlar, kermesler, konserler ve benzeri sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunur veya bu tür faaliyetlere katılır.
33- Doğal, tarihi ve turistik çevreyi koruyucu, çevre bilincini geliştirici her türlü faaliyette bulunur. Bu konuda yapılan diğer faaliyetleri destekler.
34- İnsan varlığının devamı için gerekli olan tabiatın ve diğer canlıların korunmasına yönelik faaliyetlerde bulunur, hatıra ormanı oluşturur.
35- Dernek faaliyetlerinin tanıtımı ve toplumla kaynaşma amacıyla halkın katılımına açık toplantılar, geziler yarışlar, şenlikler, anma günleri, ödül programları düzenler.
36- Sosyal çevrenin oluşmasını sağlayacak lokaller, misafirhaneler, kültür merkezleri kurar ve işletir.
37- Gerektiğinde muayene ve tedavileri için özel ve resmi sağlık kuruluşlarıyla temas kurar.
38- Gençliğe yönelik alkol ve uyuşturucu bağımlılığını önleyici, gençliğin problemlerine çözüm olacak programlar yapar; gönüllü kuruluşların bu programlara katılımını sağlar; bu konuda kamuoyunu bilinçlendirici faaliyetlere katkıda bulunur.
39- Dernek amaçları doğrultusunda, üyeleri arasından veya derneğe üye olmasa bile konusunda uzman kişilerden komisyonlar, çalışma kolları ve çalışma grupları teşekkül ettirebilir.
40- Dernek, gayesine uygun faaliyet gösteren gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bulunan dernekler, vakıflar, resmi kuruluşlar, tüm gerçek ve tüzel kişilerle işbirliği yapar, platform oluşturur, karşılıklı yardımlaşmayı sağlar.
41- Uygun görülürse diğer dernek, federasyon veya konfederasyonlarla işbirliği yapar.
42- Dernek, yürürlükteki yasalara uygun olarak, yurt dışında bulunan kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi yardım alabilir; bunlarla işbirliği yapar, karşılıklı yardımlaşmayı sağlar.
43- Amaç ve hizmet konularını gerçekleştirmek için dernek üyeleri ya da uzman kişiler aracılığıyla araştırma, inceleme, geliştirme çalışmaları yapar, öneri ve dilekleri belirler.
DERNEĞİN TANIMI VE İLKELER
Derneğin tanımı
23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını" olarak yapılmıştır. Derneğimizin adı:
SAMSUN LADİK BUDAKDERE KÖYÜ KÜLTÜR DAYANIŞMA KALKINMA VE YARDIMLAŞMAYI DESTEKLEME DERNEĞİ
.
Derneğimiz aynı zamanda Demokratik kitle örgütü,sivil toplum kuruluşudur
DAYANIŞMA NEDİR?
İnsan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Yalnız yaşaması mümkün değildir. Birlikte yaşamanın gereği olan dayanışma ile insanlar yardımlaşmayı, birlikte iş yapmayı öğrenirler. Dayanışma sayesinde insanlar daha çabuk ve daha çok iş yapabilir. Atalarımız bu konuda "Bir elin nesi var, iki elin sesi var" diyerek, birlik, beraberlik ve dayanışmanın önemini vurgulamışlardır.
Dayanışma toplumlar arasında, millet içerisinde ve milletlerarasında olabilir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk Milleti'nin dayanışması ile düşman yurttan kovulmuş ve vatan tamamen kurtarılmıştır.
Toplumsal Dayanışma Nedir
Dayanışma bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması demektir. Toplumsal dayanışma ise toplumun kurum ve kuruluşlarıyla ortak değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir.
Toplumsal dayanışma toplumun kurum ve kuruluşlarıyla ortak değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir. Yaşamımızda toplumsal dayanışmanın çok önemli bir yeri olduğunu artık idrak etmemiz gerekmektedir. Çünkü iyi yaşamamıza yardımcı olacak unsurlardan birisi dayanışmadır. Ülke içinde veya dış ülkelere karşı her zaman birlik ve beraberliğimizi korumak zorundayız. Toplumsal dayanışma denildiğinde konuyu birçok farklı noktadan incelemek gerekir. Toplumu oluşturan bireylerdir. Bireyler arasında güven ilişkisi, demokrasi, hukuka saygı, kurumlar arasındaki iletişim, köylü yada kentli bireylerin birbirine olana saygı ve bağlılığı, devlete olan güven ve günümüz Türkiye'sinde olumlu yada olumsuz her türlü gelişmelere verilen reaksiyonlar olarak incelenebilir. Birlik ve beraberlik denildiğinde toplumsal dayanışmaya en büyük örnek Kurtuluş Savaşımızdır.
Konu hakkında Paulo Coelho'nun yazısından biraz söz etmek istiyorum. Yazı şöyle
Çiftçi, Tarım Bakanlığı tarafından verilen bütün madalyaları kazanmayı başarmıştı. Çünkü yetiştirdiği buğdaylar mükemmel kalitedeydi.
Meraklı bir gazeteci bu büyük başarının sırrı üzerine uzun bir makale yazmak amacıyla çiftçinin yaşadığı yere gitmeye karar verir. Oraya varır varmaz çiftçiye, bölgedeki en iyi ürünü yetiştirmeyi her zaman nasıl başardığını sordu.
“Çok basit” diye cevap verdi çiftçi
“Hasat bittiğinde buğday tanelerini büyük bir bölümünü ayırıyor ve onları komşularıma dağıtıyorum”
Gazeteci şaşkınlığını gizleyemedi
Tarladan topladıklarınızı dağıtıyor musunuz? Komşularınızın aynı zamansa sizin rakipleriniz olduğunu ve sizden daha fazla ürün elde etmek için çalıştıklarını bilmiyor musunuz?
Peki siz aslında hepsinin aynı olduğunu bilmiyor musunuz? Bahar gelince rüzgar polenleri taşır ve onları tarlamın her köşesine serpişir. Eğer komşularım kötü bir ürün ekmişlerse o zaman benim hasadım da bundan etkilenecektir. Bölgedeki en iyi ürünü yetiştirebilmek için komşu tarlaların da aynı kalitede olmasını sağlamalıyım. Çevremdekileri de aynısını teşvik etmezsem hayatta hiçbir şeyi iyi yapamam...
Son paragraftaki söz çok önemli. İyi bir başarı için çevre faktörlerimizi de iyileştirmek zorundayız. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Çevresindeki tüm olaylardan direk veya dolaylı etkilenir. Bu etkileşme insana zarar verdiği gibi zirveye çıkmasına da yardımcı olur. Dayanışmalar sayesinde toplumlar ve ülkeler
kalkınır.
Kendi başarısızlığımız eğer bir toplum içinde olumsuz etki yapıyorsa oturup, düşünüp nerede neden hata yaptığımız irdelememiz gerekmektedir. Kısacası, birbirimizin gözünü oyacağımıza, pozitif dayanışma içerisinde olsak, hem kendimiz hem çevremiz hem de ülkemiz bundan nasiplenecektir
NE KADAR DEMOKRATIZ
Demokrasinin ilk koşulu,farklı görüş ve isteklerin doğal karşılanmasıdır.Bunun böyle olmadığı toplumların veya kuruluşların demokratik olduğunu iddia etmek mümkün değildir.Ülkemizdeki demokrasinin en önemli zaafı ,demokrasinin ülkenin tüm kurumlarına ve toplumun tüm kesimlerine yayılması konusunda gösterilen kıskançlıktır.Ülkede ve derneklerde bireyin özgürleşmesi ve demokratik taleplerin karşılanması konusunda cimri davranıldıkça halkın sisteme ve dernek yönetimlerine güveni de gittikçe sarsılmaktadır.
Tabandan tavana doğru hareket halinde ve daima etkin ve işler konumda dernek içi demokrasiye sahip olmayan derneklerin demokrasi dışı gelişmeler karşısında bu tür akıntılara cesur bir yürekle karşı koymaları da düşünülemez
Günümüzde dernekler bir çok konuda inandırıcılıklarını yitirmiş durumdadırlar.toplumda ve dernekte çoğulculuğu,özgür tartışma ortamını,hukukun üstünlüğünü,hoşgörüyü,dernek üyelerinin faaliyetlere etkin katılımını cesurca savunmayan ve demokratik ortamı nce kendi içinde gerçekleştirmeyen derneklerin yöneticilerinin dernek üyelerinin talepleri karşısında samimi olabileceğini söylemek çok zordur.
Demokrat olduğu söylenebilecek bir dernek yöneticisinin dernek içinde farklı görüş ve düşünceleri normal karşılaması ve bunları demokrasinin gereği kabul etmesi gerekir.
Demokrat olduğu söylenebilecek bir dernek yöneticisi derneğinde farklı istekleri bulunan,hatta kendisini değiştirmek isteyenlerin görüşlerini dile getirmesine elverişli bir iletişim ve tartışma ortamı oluşturmak ve bu tür yaklaşımları korumakla yükümlüdür .Yöneticinin şahsına,çevresine,ekibine izlediği çalışmalara ve faaliyetlere karşı olanlar,bu konudaki düşüncelerini dile getirmekte,duyurmakta ve yaymakta kendilerini özgür hissetmeleri ve davranışlarının katlanamayacakları sonuçlar doğurmayacağından kendilerini emin hissetmelidirler.
Dernek Yöneticiliğini kaybetmeyi her şeyini kaybetmekle eşit tutan inanların omuzlarında demokrasinin yaşatılması düşünülemez.
Derneğimiz aynı zamanda Demokratik kitle örgütü,sivil toplum kuruluşudur
DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ NEDİR?
Demokratik kitle örgütü deyimi bünyesinde belirli bir toplumsal sınıfı, çeşitli toplum katlarından gelen aynı meslekten kişileri veya toplumun aynı özelliğe sahip belli unsurlarını barındıran ve temsil ettiği kitlenin ekonomik-demokratik hak ve çıkarlarını savunan örgütleri kapsar.
Örneğin;İşçi sendikaları ,işçi sınıfının belli bir kitlesini temsil ettikleri, bu kitlenin ekonomik-demokratik hak ve çıkarlarını savundukları için demokratik kitle örgütleri kapsamına girerler.
Yukarıdaki tanımdan da anlaşılabileceği gibi, kitle örgütlerinin bir kısmı hukuki anlamda birer kitle örgütü olmasına rağmen, her kitle örgütü bir «demokratik kitle örgütü» değildir.
Herhangi bir örgüte, demokratik kitle örgütü denilebilmesi
için, a) Kitlesinin olması, b) demokratik mücadelede yer alması ve örgütiçi demokrasiyi uygulaması gerekir.
Herhangi bir örgüt iki özelliğe birden sahip olabildiği sürece, demokratik kitle örgütü olabilir. Bu iki özellikten herhangi birinden, yoksun kaldığında veya bırakıldığında, örgüt demokratik kitle örgütü niteliğini de yitirir.
Demokratik kitle örgütleri, kitlelere dayanmak zorunda oldukları kadar, bu kitlelerle organik bağlar içinde de bulunmak durumundadırlar. Kitlesiyle organik bağlar kuramayan örgütler, temsil etme iddiasında oldukları kitlelerin, taleplerini, gerektiği gibi yansıtmaktan uzak kalırlar. Aynı şekilde, demokrasiden yana olmak ve demokrasi uğrunda mücadele vermek, herhangi bir
örgütün demokratik kitle örgütü olmasının temel Ön koşuludur. Çünkü demokrasi ve demokratik haklar yoksa, ya bu örgütlerde yoktur, ya da işlevlerini yerine getirmekten aciz bir duruma sokulmuşlardır.
23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını" olarak yapılmıştır. Derneğimizin adı:
SAMSUN LADİK BUDAKDERE KÖYÜ KÜLTÜR DAYANIŞMA KALKINMA VE YARDIMLAŞMAYI DESTEKLEME DERNEĞİ
.
Derneğimiz aynı zamanda Demokratik kitle örgütü,sivil toplum kuruluşudur
DAYANIŞMA NEDİR?
İnsan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Yalnız yaşaması mümkün değildir. Birlikte yaşamanın gereği olan dayanışma ile insanlar yardımlaşmayı, birlikte iş yapmayı öğrenirler. Dayanışma sayesinde insanlar daha çabuk ve daha çok iş yapabilir. Atalarımız bu konuda "Bir elin nesi var, iki elin sesi var" diyerek, birlik, beraberlik ve dayanışmanın önemini vurgulamışlardır.
Dayanışma toplumlar arasında, millet içerisinde ve milletlerarasında olabilir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk Milleti'nin dayanışması ile düşman yurttan kovulmuş ve vatan tamamen kurtarılmıştır.
Toplumsal Dayanışma Nedir
Dayanışma bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması demektir. Toplumsal dayanışma ise toplumun kurum ve kuruluşlarıyla ortak değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir.
Toplumsal dayanışma toplumun kurum ve kuruluşlarıyla ortak değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir. Yaşamımızda toplumsal dayanışmanın çok önemli bir yeri olduğunu artık idrak etmemiz gerekmektedir. Çünkü iyi yaşamamıza yardımcı olacak unsurlardan birisi dayanışmadır. Ülke içinde veya dış ülkelere karşı her zaman birlik ve beraberliğimizi korumak zorundayız. Toplumsal dayanışma denildiğinde konuyu birçok farklı noktadan incelemek gerekir. Toplumu oluşturan bireylerdir. Bireyler arasında güven ilişkisi, demokrasi, hukuka saygı, kurumlar arasındaki iletişim, köylü yada kentli bireylerin birbirine olana saygı ve bağlılığı, devlete olan güven ve günümüz Türkiye'sinde olumlu yada olumsuz her türlü gelişmelere verilen reaksiyonlar olarak incelenebilir. Birlik ve beraberlik denildiğinde toplumsal dayanışmaya en büyük örnek Kurtuluş Savaşımızdır.
Konu hakkında Paulo Coelho'nun yazısından biraz söz etmek istiyorum. Yazı şöyle
Çiftçi, Tarım Bakanlığı tarafından verilen bütün madalyaları kazanmayı başarmıştı. Çünkü yetiştirdiği buğdaylar mükemmel kalitedeydi.
Meraklı bir gazeteci bu büyük başarının sırrı üzerine uzun bir makale yazmak amacıyla çiftçinin yaşadığı yere gitmeye karar verir. Oraya varır varmaz çiftçiye, bölgedeki en iyi ürünü yetiştirmeyi her zaman nasıl başardığını sordu.
“Çok basit” diye cevap verdi çiftçi
“Hasat bittiğinde buğday tanelerini büyük bir bölümünü ayırıyor ve onları komşularıma dağıtıyorum”
Gazeteci şaşkınlığını gizleyemedi
Tarladan topladıklarınızı dağıtıyor musunuz? Komşularınızın aynı zamansa sizin rakipleriniz olduğunu ve sizden daha fazla ürün elde etmek için çalıştıklarını bilmiyor musunuz?
Peki siz aslında hepsinin aynı olduğunu bilmiyor musunuz? Bahar gelince rüzgar polenleri taşır ve onları tarlamın her köşesine serpişir. Eğer komşularım kötü bir ürün ekmişlerse o zaman benim hasadım da bundan etkilenecektir. Bölgedeki en iyi ürünü yetiştirebilmek için komşu tarlaların da aynı kalitede olmasını sağlamalıyım. Çevremdekileri de aynısını teşvik etmezsem hayatta hiçbir şeyi iyi yapamam...
Son paragraftaki söz çok önemli. İyi bir başarı için çevre faktörlerimizi de iyileştirmek zorundayız. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Çevresindeki tüm olaylardan direk veya dolaylı etkilenir. Bu etkileşme insana zarar verdiği gibi zirveye çıkmasına da yardımcı olur. Dayanışmalar sayesinde toplumlar ve ülkeler
kalkınır.
Kendi başarısızlığımız eğer bir toplum içinde olumsuz etki yapıyorsa oturup, düşünüp nerede neden hata yaptığımız irdelememiz gerekmektedir. Kısacası, birbirimizin gözünü oyacağımıza, pozitif dayanışma içerisinde olsak, hem kendimiz hem çevremiz hem de ülkemiz bundan nasiplenecektir
NE KADAR DEMOKRATIZ
Demokrasinin ilk koşulu,farklı görüş ve isteklerin doğal karşılanmasıdır.Bunun böyle olmadığı toplumların veya kuruluşların demokratik olduğunu iddia etmek mümkün değildir.Ülkemizdeki demokrasinin en önemli zaafı ,demokrasinin ülkenin tüm kurumlarına ve toplumun tüm kesimlerine yayılması konusunda gösterilen kıskançlıktır.Ülkede ve derneklerde bireyin özgürleşmesi ve demokratik taleplerin karşılanması konusunda cimri davranıldıkça halkın sisteme ve dernek yönetimlerine güveni de gittikçe sarsılmaktadır.
Tabandan tavana doğru hareket halinde ve daima etkin ve işler konumda dernek içi demokrasiye sahip olmayan derneklerin demokrasi dışı gelişmeler karşısında bu tür akıntılara cesur bir yürekle karşı koymaları da düşünülemez
Günümüzde dernekler bir çok konuda inandırıcılıklarını yitirmiş durumdadırlar.toplumda ve dernekte çoğulculuğu,özgür tartışma ortamını,hukukun üstünlüğünü,hoşgörüyü,dernek üyelerinin faaliyetlere etkin katılımını cesurca savunmayan ve demokratik ortamı nce kendi içinde gerçekleştirmeyen derneklerin yöneticilerinin dernek üyelerinin talepleri karşısında samimi olabileceğini söylemek çok zordur.
Demokrat olduğu söylenebilecek bir dernek yöneticisinin dernek içinde farklı görüş ve düşünceleri normal karşılaması ve bunları demokrasinin gereği kabul etmesi gerekir.
Demokrat olduğu söylenebilecek bir dernek yöneticisi derneğinde farklı istekleri bulunan,hatta kendisini değiştirmek isteyenlerin görüşlerini dile getirmesine elverişli bir iletişim ve tartışma ortamı oluşturmak ve bu tür yaklaşımları korumakla yükümlüdür .Yöneticinin şahsına,çevresine,ekibine izlediği çalışmalara ve faaliyetlere karşı olanlar,bu konudaki düşüncelerini dile getirmekte,duyurmakta ve yaymakta kendilerini özgür hissetmeleri ve davranışlarının katlanamayacakları sonuçlar doğurmayacağından kendilerini emin hissetmelidirler.
Dernek Yöneticiliğini kaybetmeyi her şeyini kaybetmekle eşit tutan inanların omuzlarında demokrasinin yaşatılması düşünülemez.
Derneğimiz aynı zamanda Demokratik kitle örgütü,sivil toplum kuruluşudur
DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ NEDİR?
Demokratik kitle örgütü deyimi bünyesinde belirli bir toplumsal sınıfı, çeşitli toplum katlarından gelen aynı meslekten kişileri veya toplumun aynı özelliğe sahip belli unsurlarını barındıran ve temsil ettiği kitlenin ekonomik-demokratik hak ve çıkarlarını savunan örgütleri kapsar.
Örneğin;İşçi sendikaları ,işçi sınıfının belli bir kitlesini temsil ettikleri, bu kitlenin ekonomik-demokratik hak ve çıkarlarını savundukları için demokratik kitle örgütleri kapsamına girerler.
Yukarıdaki tanımdan da anlaşılabileceği gibi, kitle örgütlerinin bir kısmı hukuki anlamda birer kitle örgütü olmasına rağmen, her kitle örgütü bir «demokratik kitle örgütü» değildir.
Herhangi bir örgüte, demokratik kitle örgütü denilebilmesi
için, a) Kitlesinin olması, b) demokratik mücadelede yer alması ve örgütiçi demokrasiyi uygulaması gerekir.
Herhangi bir örgüt iki özelliğe birden sahip olabildiği sürece, demokratik kitle örgütü olabilir. Bu iki özellikten herhangi birinden, yoksun kaldığında veya bırakıldığında, örgüt demokratik kitle örgütü niteliğini de yitirir.
Demokratik kitle örgütleri, kitlelere dayanmak zorunda oldukları kadar, bu kitlelerle organik bağlar içinde de bulunmak durumundadırlar. Kitlesiyle organik bağlar kuramayan örgütler, temsil etme iddiasında oldukları kitlelerin, taleplerini, gerektiği gibi yansıtmaktan uzak kalırlar. Aynı şekilde, demokrasiden yana olmak ve demokrasi uğrunda mücadele vermek, herhangi bir
örgütün demokratik kitle örgütü olmasının temel Ön koşuludur. Çünkü demokrasi ve demokratik haklar yoksa, ya bu örgütlerde yoktur, ya da işlevlerini yerine getirmekten aciz bir duruma sokulmuşlardır.
ÖRGÜTLENME ÜZERİNE NOTLAR
Örgütlenme üzerine notlar
Günlük hayatta ifade edilen hoşnutsuzlukların ardı arkası yoktur. Hemen hemen herkesin şu veya bu şekilde rahatsız olduğu ve problem olarak gördüğü olgulardan bahsediyoruz. Bunların belkide en başta gelenleri işsizlik, ay sonunu getirememe, borçlar, ‘kagıt-kürek’ derdi, dil sorunu, kültürel yozlaşma, gerçek dostlukların yoksunluğu vb. olarak sıralanabilir. Gerçi her ne kadar da bu sıraladıklarımız şeylerden yakınıp, bu problemleri görsekte, çözüm konusundaki yetersizlikler gözler önünde durmaktadır. Bazen çözüm yollarını görüp düşünemediğimiz gibi, bazen de düşünür, ama olanaksız olarak değerlendiririz.
2001 yılında Avrupa devletlerinin çoğunda Euro para biriminin yürürlüğe girmesiyle birlikte, gelişen hayat pahalılığını her ne kadar çoğu insan cüzdanında hissetmiş olsada, buna karşı çözüm yolunun varlığını kimse aklının ucundan bile geçirmemiştir. Çözüm yolunu bilenler ise, bunun olanaksız olduğu kanısına vararak, çözüm yolunu bilmeyenlerin yaptığı gibi ‘kaderine’ eyvallah çekip sesini çıkarmamıştır. Birlikten güç doğar olgusunun gözlerden kaçtığı bu noktanın, yani problem olarak görülen olguların çözümünün üzerinde durmakta yarar var.
Özel olarak gençliğin sorunlarının toplumsal gelişmelere bağlı görülmesi ve çözümün bu olguya dayalı olarak ele alınması zorunludur. Gençliğin sorunları bu boyutuyla ele alınmadığı taktirde, gelişmeler salt görsel yönüyle analiz edilecektir ki, sorunun özü yakalanmadığı gibi, çözümün kendisi de çözümsüzlükten başka bir şey ifade etmeyecektir. Objektif gerçeklik toplumsal gelişmelerin kendisinden başka birşey değildir. Bu gerçekliğin doğru çözümlenmesi ancak üretim ilişkilerinin sağladığı emek ile sermaye çelişkisi ve yaşandığı boyutun ele alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bir başka deyimle, kişilerin üretim içerisindeki yeri ve sınıf mücadelesi olgusu hesaba katılmadan, maddi yaşamın analiz edilmesi olanaksızdır. Somutlarsak, gençliğin işsizlik sorunu, öğrenim vb. sorunları salt bu çerçevede ele alınamayacağı ve çözümlenemeyeceği gibi, içinden gectiğimiz süreçten bağımsız olarakta görülemez. Bütün bu sorunlar Yeni Dünya Düzeni, globalizm vb. emperyalist politikaların yansımasından, emek ile sermayenin çelişkisinin boyutundan ayrı ele alınamaz. Maddi yaşamın bu bilimsel tarzda analiz edilmesi ise, özü itibariyle problemlerin ve onların kaynaklarının bilince çıkarılması ve bu yönlü değişimin yolunun açılmış olması demektir.
Lakin, değişim ve dönüşüm, gelişen süreci lehine çevirmenin anahtarı, bilinçli emek gücünün doğru bir tarzda harekete geçirilmesinde yatmaktadır. Analiz sonucu oluşturduğumuz idealler, adım adım pratikle bütünlük kazandığı oranda hayatın gerçekliği kendi lehimize dönüşümü sağlayabilecektir. Bu anlamıyla pratiğin önemi, bilgiyi/teoriyi soyutluk evresinden çıkarıp, somuta indirgemesinde ve uygulamasında yatmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, sergilenmek istenen pratiğin, yaşanan problemleri çözme konusunda hayat hakkı bulması veya bir başka deyimle başarıyla sonuçlanması için, bir bütünlüğe ihtiyaç vardır. Her ne kadar da, düzen tarafından, yaşanan sorunların bireysel olduğu kanısı uyandırılmaya çalışılsa da, dünyada ezici çoğunluğun bu sorunları yaşadığı ortadadır. Toplumsal sorunları çözmenin yolu kollektif hareket etmekten, yani örgütlenmekten geçer. Örgütlülüğe dayanmayan düşünce ve politikalar, ne kadar doğru olursa olsunlar etki güçleri mutlaka zayıf olmaya mahkumdur.
Örgütlenme insanın düşünsel, ruhsal, güçsel ve eylemsel bütünlüğüdür. Düşünce ile insan unsurunun, bilinç ile emek gücünün, teori ile pratiğin birlikteliğidir. Doğa şartlarına karşı korunmak için, büyük hayvanları avlamak veya onlara karşı gelebilmek için insanların giriştiği ilk kollektif eylem biçimidir. Hayvani dünyadan kurtulurken, insanlaşma yolunda, yaşamın nesnelliğinden öznelliğine doğru geçişte atılan ilk organizeli çabadır. Yani, daha önceleri dünyayı çözemediğinden kaynaklı, onun koşullarına tabi olan insan, örgütlenerek yaşamı kontrol etme ve değiştirme sanatını elde etmiştir.
Belirtilmelidir ki, bu insanlaşma sürecinde, insanı hayvanlardan ayırıp kendi özüyle buluşturan şeyin kendisi emektir. Emek; bilinçli, planlı ve tasarlanmış çabadır. Çaba ise ortak iradenin, kolektif gücün, birleşik düşünce ve eylemin ürünüdür. Demek ki örgütlülük, varolan düşünceyi eyleme dökmedeki temel güç olurken, üretim ilişkilerin ahengini değiştirmede ve böylece daha önce bahsettiğimiz toplumsal sorunlara karşı köklü çözümüde teşkil etmektedir.
Örgütlenme toplumların, dolayısıyla insanların yaşam gerekçesidir. Her toplumun, her ulusun, her sınıfin ve her insanın var olma, kendini koruma ve geliştirme kaynağıdır. Hiç bir toplum, ulus, sınıf veya insan örgütsüz yaşayamaz, kendini koruyup geliştiremez. İnsanın en az su, ekmek, hava kadar örgütlenmeye, yaşamını düzenlemeye, belli bir irade bütünselliğine ulaşmaya ihtiyacı vardır. Zaten örgütsüz veya kendini kolektif bir irade gücüne kavuşturmayan insan gerçek anlamda insan değildir. Zira insanı insan yapan örgütlü emek gücüdür. Örgütlenme ihtiyacının yok olması demek, insani değerlerin yitirilmesi, yozlaşma ve en son aşamada, fiilen olmasa bile ‘yok olma’, yani robotlaşma demektir.
Sınıflı toplumda yaşamanın bir sonucu olarak, tüm düşüncelerimiz ve tüm hareketlerimiz belirli bir sınıfa hizmet etmektedir. Söylemlerimiz ve davranışlarımız ya ezen sınıfın ideolojisini temsil eder, yada ezilen sınıfın ideolojisini.
Bu bağlamda örgütlenme de sınıfsal bir kavram olarak ele alınmalıdır. Lakin, ezen sınıflar, ezilenlerin başkaldırmamaları, sömürü düzeninin farkına varmamaları için örgütlenir ve örgütler yaratırlar. Örnek vermek gerekirse, ezen sınıflar isyanları, başkaldırıları, protesto eylemlerini bastırmak amaçlı ordu ve polis teşkilatını örgütler ve onları kendi hedefleri doğrultusunda eğitirler. Ayrıca, okulları sorgulamayan, araştırmayan insan tipi yaratmak için örgütler ve yönetirler. Kendi kontrolleri altındaki medyada bilimden, sanattan ve araştırmalardan bahsetmek yerine, mankenlerden, popstar’lardan ve futboldan bahsetmeyi tercih ederler. Halkın beynini bu konularda yönlendirmek, kendi düzenlerinin daha uzun yaşayabilmesi anlamına gelmektedir.
Diğer yönlü, ezilenler ise kendi örgütlenmelerini yaratmak zorundadır. Çünkü sosyal ve kültürel anlamdaki varolan ihtiyacın karşılanması doğal bir zaruriyettir. Halkın ilerici kültürüne yapılan bombardımanlara karşı halk, kendi sanatını ve edebiyatını icra edebileceği, geliştirebileceği kültür evleri ve sanat okulları yaratmak zorundadır ve yaratıyor da. Bunun dışında, varolan toplumsal haksızlıklara karşı mücadele etmenin yolu da örgütlülükten geçer. Derneklerde, halk evlerinde düzenin uygulamalarını bilince çıkartmak amaçlı, araştırma yapıp yaşanan sorunların nedenselliğine inmek için ve de en önemlisi, mücadele etmek için kollektif birliktelikler/komiteler oluşturulmaktadır.
Tabi ezilen sınıfın örgütlenme düzeyinin yeterli boyutlarda olmadığı açıktır. Eğer günümüzde halkın çoğunluğunun maruz kaldığı açlığı, sefaleti, sömürüyü, baskıyı, zulümü göz önünde bulundurursak, bunu daha iyi anlayabiliriz. Demokrasi, insan hakları ve ‘özgür insan’ şiarları altında, özelliklede Avrupa ülkelerinde, çoğunluğun istemediği veya hoşnut olmadığı uygulamalar, bir avuç kapitalist tarafından karara bağlanıp, yürürlüğe sokulmaktadır. Azınlığın çoğunluğun kararlarına uyması gerektiği olgusunu hiçbir zaman uygulamayan, işçi sınıfının emeğini gasp ederek yaşamını en lüks şekilde sürdüren, savaşlar açan, silah sanayisine milyarlarca doları harcayan burjuvaziye karşı örgütlenmenin yeterli düzeyde olduğunu söyleyebilirmiyiz? Tabiki değil. Unutulmamalıdır ki, egemenler bu sistemi sürdürübilme gücünü halkın örgütsüzlüğünden almaktadırlar. Halkın örgütsüz kalması için elindeki varolan bütün araçları kullanan, bireyselleştirmeye çalışan, düşüncelerini başka gündemlerle meşgul eden veya sorunların çözülmesini olanaksız olarak gösteren yine egemenlerdir.
Bizler ise yaşanan haksızlıklara karşı toplumsal mücadelenin gereksinimini bilince çıkartmakla yükümlüyüz. Sorunların esaslı çözümünün sistemin değişmesiyle mümkün olabileceğini ve bunun içinde kollektifin yaratılması gerektiğini bir an olsun unutmamalıyız. Bilimle derinleşerek, kitleler içinde yaygınlaşarak, emekten aldığımız güç ile dünyayı değiştirme perspektifiyle harekete geçmeliyiz. Yeni Demokratik Gençlik olarak amacımız, gelişen proleter devrimler çağında yaşanan, gerek uluslararası gerekse de yaşadığımız Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan tüm anti-demokratik uygulamaları gerçek niteliği ve boyutuyla ortaya çıkarmak, devrimci bir tutum içerisinde demokratik mücadeleyi sürdürmektir. Yaşamı örgütleyebilen ve değiştirebilen örgütlülükler yaratmada azimli olmayız. Az sesliliğin çok sesliliğe bürünmesini sağlamanın adıdır örgütlülük. Bir elin beş parmağının dağınıklılığını, güce dönüştüren yumruktur örgütlülük. Birliktir, mücadeledir, zaferdir!
Günlük hayatta ifade edilen hoşnutsuzlukların ardı arkası yoktur. Hemen hemen herkesin şu veya bu şekilde rahatsız olduğu ve problem olarak gördüğü olgulardan bahsediyoruz. Bunların belkide en başta gelenleri işsizlik, ay sonunu getirememe, borçlar, ‘kagıt-kürek’ derdi, dil sorunu, kültürel yozlaşma, gerçek dostlukların yoksunluğu vb. olarak sıralanabilir. Gerçi her ne kadar da bu sıraladıklarımız şeylerden yakınıp, bu problemleri görsekte, çözüm konusundaki yetersizlikler gözler önünde durmaktadır. Bazen çözüm yollarını görüp düşünemediğimiz gibi, bazen de düşünür, ama olanaksız olarak değerlendiririz.
2001 yılında Avrupa devletlerinin çoğunda Euro para biriminin yürürlüğe girmesiyle birlikte, gelişen hayat pahalılığını her ne kadar çoğu insan cüzdanında hissetmiş olsada, buna karşı çözüm yolunun varlığını kimse aklının ucundan bile geçirmemiştir. Çözüm yolunu bilenler ise, bunun olanaksız olduğu kanısına vararak, çözüm yolunu bilmeyenlerin yaptığı gibi ‘kaderine’ eyvallah çekip sesini çıkarmamıştır. Birlikten güç doğar olgusunun gözlerden kaçtığı bu noktanın, yani problem olarak görülen olguların çözümünün üzerinde durmakta yarar var.
Özel olarak gençliğin sorunlarının toplumsal gelişmelere bağlı görülmesi ve çözümün bu olguya dayalı olarak ele alınması zorunludur. Gençliğin sorunları bu boyutuyla ele alınmadığı taktirde, gelişmeler salt görsel yönüyle analiz edilecektir ki, sorunun özü yakalanmadığı gibi, çözümün kendisi de çözümsüzlükten başka bir şey ifade etmeyecektir. Objektif gerçeklik toplumsal gelişmelerin kendisinden başka birşey değildir. Bu gerçekliğin doğru çözümlenmesi ancak üretim ilişkilerinin sağladığı emek ile sermaye çelişkisi ve yaşandığı boyutun ele alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bir başka deyimle, kişilerin üretim içerisindeki yeri ve sınıf mücadelesi olgusu hesaba katılmadan, maddi yaşamın analiz edilmesi olanaksızdır. Somutlarsak, gençliğin işsizlik sorunu, öğrenim vb. sorunları salt bu çerçevede ele alınamayacağı ve çözümlenemeyeceği gibi, içinden gectiğimiz süreçten bağımsız olarakta görülemez. Bütün bu sorunlar Yeni Dünya Düzeni, globalizm vb. emperyalist politikaların yansımasından, emek ile sermayenin çelişkisinin boyutundan ayrı ele alınamaz. Maddi yaşamın bu bilimsel tarzda analiz edilmesi ise, özü itibariyle problemlerin ve onların kaynaklarının bilince çıkarılması ve bu yönlü değişimin yolunun açılmış olması demektir.
Lakin, değişim ve dönüşüm, gelişen süreci lehine çevirmenin anahtarı, bilinçli emek gücünün doğru bir tarzda harekete geçirilmesinde yatmaktadır. Analiz sonucu oluşturduğumuz idealler, adım adım pratikle bütünlük kazandığı oranda hayatın gerçekliği kendi lehimize dönüşümü sağlayabilecektir. Bu anlamıyla pratiğin önemi, bilgiyi/teoriyi soyutluk evresinden çıkarıp, somuta indirgemesinde ve uygulamasında yatmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, sergilenmek istenen pratiğin, yaşanan problemleri çözme konusunda hayat hakkı bulması veya bir başka deyimle başarıyla sonuçlanması için, bir bütünlüğe ihtiyaç vardır. Her ne kadar da, düzen tarafından, yaşanan sorunların bireysel olduğu kanısı uyandırılmaya çalışılsa da, dünyada ezici çoğunluğun bu sorunları yaşadığı ortadadır. Toplumsal sorunları çözmenin yolu kollektif hareket etmekten, yani örgütlenmekten geçer. Örgütlülüğe dayanmayan düşünce ve politikalar, ne kadar doğru olursa olsunlar etki güçleri mutlaka zayıf olmaya mahkumdur.
Örgütlenme insanın düşünsel, ruhsal, güçsel ve eylemsel bütünlüğüdür. Düşünce ile insan unsurunun, bilinç ile emek gücünün, teori ile pratiğin birlikteliğidir. Doğa şartlarına karşı korunmak için, büyük hayvanları avlamak veya onlara karşı gelebilmek için insanların giriştiği ilk kollektif eylem biçimidir. Hayvani dünyadan kurtulurken, insanlaşma yolunda, yaşamın nesnelliğinden öznelliğine doğru geçişte atılan ilk organizeli çabadır. Yani, daha önceleri dünyayı çözemediğinden kaynaklı, onun koşullarına tabi olan insan, örgütlenerek yaşamı kontrol etme ve değiştirme sanatını elde etmiştir.
Belirtilmelidir ki, bu insanlaşma sürecinde, insanı hayvanlardan ayırıp kendi özüyle buluşturan şeyin kendisi emektir. Emek; bilinçli, planlı ve tasarlanmış çabadır. Çaba ise ortak iradenin, kolektif gücün, birleşik düşünce ve eylemin ürünüdür. Demek ki örgütlülük, varolan düşünceyi eyleme dökmedeki temel güç olurken, üretim ilişkilerin ahengini değiştirmede ve böylece daha önce bahsettiğimiz toplumsal sorunlara karşı köklü çözümüde teşkil etmektedir.
Örgütlenme toplumların, dolayısıyla insanların yaşam gerekçesidir. Her toplumun, her ulusun, her sınıfin ve her insanın var olma, kendini koruma ve geliştirme kaynağıdır. Hiç bir toplum, ulus, sınıf veya insan örgütsüz yaşayamaz, kendini koruyup geliştiremez. İnsanın en az su, ekmek, hava kadar örgütlenmeye, yaşamını düzenlemeye, belli bir irade bütünselliğine ulaşmaya ihtiyacı vardır. Zaten örgütsüz veya kendini kolektif bir irade gücüne kavuşturmayan insan gerçek anlamda insan değildir. Zira insanı insan yapan örgütlü emek gücüdür. Örgütlenme ihtiyacının yok olması demek, insani değerlerin yitirilmesi, yozlaşma ve en son aşamada, fiilen olmasa bile ‘yok olma’, yani robotlaşma demektir.
Sınıflı toplumda yaşamanın bir sonucu olarak, tüm düşüncelerimiz ve tüm hareketlerimiz belirli bir sınıfa hizmet etmektedir. Söylemlerimiz ve davranışlarımız ya ezen sınıfın ideolojisini temsil eder, yada ezilen sınıfın ideolojisini.
Bu bağlamda örgütlenme de sınıfsal bir kavram olarak ele alınmalıdır. Lakin, ezen sınıflar, ezilenlerin başkaldırmamaları, sömürü düzeninin farkına varmamaları için örgütlenir ve örgütler yaratırlar. Örnek vermek gerekirse, ezen sınıflar isyanları, başkaldırıları, protesto eylemlerini bastırmak amaçlı ordu ve polis teşkilatını örgütler ve onları kendi hedefleri doğrultusunda eğitirler. Ayrıca, okulları sorgulamayan, araştırmayan insan tipi yaratmak için örgütler ve yönetirler. Kendi kontrolleri altındaki medyada bilimden, sanattan ve araştırmalardan bahsetmek yerine, mankenlerden, popstar’lardan ve futboldan bahsetmeyi tercih ederler. Halkın beynini bu konularda yönlendirmek, kendi düzenlerinin daha uzun yaşayabilmesi anlamına gelmektedir.
Diğer yönlü, ezilenler ise kendi örgütlenmelerini yaratmak zorundadır. Çünkü sosyal ve kültürel anlamdaki varolan ihtiyacın karşılanması doğal bir zaruriyettir. Halkın ilerici kültürüne yapılan bombardımanlara karşı halk, kendi sanatını ve edebiyatını icra edebileceği, geliştirebileceği kültür evleri ve sanat okulları yaratmak zorundadır ve yaratıyor da. Bunun dışında, varolan toplumsal haksızlıklara karşı mücadele etmenin yolu da örgütlülükten geçer. Derneklerde, halk evlerinde düzenin uygulamalarını bilince çıkartmak amaçlı, araştırma yapıp yaşanan sorunların nedenselliğine inmek için ve de en önemlisi, mücadele etmek için kollektif birliktelikler/komiteler oluşturulmaktadır.
Tabi ezilen sınıfın örgütlenme düzeyinin yeterli boyutlarda olmadığı açıktır. Eğer günümüzde halkın çoğunluğunun maruz kaldığı açlığı, sefaleti, sömürüyü, baskıyı, zulümü göz önünde bulundurursak, bunu daha iyi anlayabiliriz. Demokrasi, insan hakları ve ‘özgür insan’ şiarları altında, özelliklede Avrupa ülkelerinde, çoğunluğun istemediği veya hoşnut olmadığı uygulamalar, bir avuç kapitalist tarafından karara bağlanıp, yürürlüğe sokulmaktadır. Azınlığın çoğunluğun kararlarına uyması gerektiği olgusunu hiçbir zaman uygulamayan, işçi sınıfının emeğini gasp ederek yaşamını en lüks şekilde sürdüren, savaşlar açan, silah sanayisine milyarlarca doları harcayan burjuvaziye karşı örgütlenmenin yeterli düzeyde olduğunu söyleyebilirmiyiz? Tabiki değil. Unutulmamalıdır ki, egemenler bu sistemi sürdürübilme gücünü halkın örgütsüzlüğünden almaktadırlar. Halkın örgütsüz kalması için elindeki varolan bütün araçları kullanan, bireyselleştirmeye çalışan, düşüncelerini başka gündemlerle meşgul eden veya sorunların çözülmesini olanaksız olarak gösteren yine egemenlerdir.
Bizler ise yaşanan haksızlıklara karşı toplumsal mücadelenin gereksinimini bilince çıkartmakla yükümlüyüz. Sorunların esaslı çözümünün sistemin değişmesiyle mümkün olabileceğini ve bunun içinde kollektifin yaratılması gerektiğini bir an olsun unutmamalıyız. Bilimle derinleşerek, kitleler içinde yaygınlaşarak, emekten aldığımız güç ile dünyayı değiştirme perspektifiyle harekete geçmeliyiz. Yeni Demokratik Gençlik olarak amacımız, gelişen proleter devrimler çağında yaşanan, gerek uluslararası gerekse de yaşadığımız Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan tüm anti-demokratik uygulamaları gerçek niteliği ve boyutuyla ortaya çıkarmak, devrimci bir tutum içerisinde demokratik mücadeleyi sürdürmektir. Yaşamı örgütleyebilen ve değiştirebilen örgütlülükler yaratmada azimli olmayız. Az sesliliğin çok sesliliğe bürünmesini sağlamanın adıdır örgütlülük. Bir elin beş parmağının dağınıklılığını, güce dönüştüren yumruktur örgütlülük. Birliktir, mücadeledir, zaferdir!
DERNEĞİMİZİN İŞLEYİŞ MEKANİZMASI
Derneğimizin işleyiş mekanizmasının ilkesi Dernek içi birlik
ve disiplinin temeli demokratik merkeziyetçiliktir.
Demokratik merkeziyetçilik Derneğin, iç işleyişinin biricik
mekanizması olduğu gibi, derneğin sağlamlaşmasının, dışa
karşı en etkili mücadele vermesinin ve gelişmesinin ilkesel bakımdan en önemli temel taşıdır. Demokratik merkeziyetçilik
özü doğru bir ilkedir.
Demokratik merkeziyetçiliğin özü «azınlığın,çoğunluğa, alt
organın üst organa uyması»dır. Dernek içinde en yüksek organ
olan Genel Kurul tarafından seçilen Yönetim Kurulu
deneğin çoğunluğunu temsil eder.
Bu bakımdan dernek üyelerinin Yönetim Kurulu
kararlarına uymaları, derneğin çoğunluğunun kararlarına uymaları demektir.
Demokratik merkeziyetçi ilkeye göre her kademedeki aynı
organ içinde de azınlık çoğunluğa uyar. Azınlık görüş sahipleri
kendileri muhalif kalsalar bile kendi bulundukları organdan çıkan kararlara uymak, onları uygulamak zorundadırlar.
Demokratik merkeziyetçilik yukarıdan aşağıya merkeziyetçilik,
aşağıdan yukarıya demokrasi demektir.
Yöneti Kurulundan gelen karar uygulanır, eğer üyeler bu kararın yanlışlığını düşünüyorlarsa görüşlerini getirebilirler, fakat Yönetim Kurulunun son kararına uymak zorundadırlar. Uygulanan Yönetim Kurulunun kararının yanlışlığı pratik içinde görülürse, Üyeler o zaman Yönetim Kuruluna
demokratik merkeziyetçi işleyiş içinde ve gerekli kurallarda
eleştirisini getirir.
Yönetim ve denetleme organlarının bir çalışma dönemindeki
tüm çalışmalarının görüşüleceği ve irdeleneceği yerler kongrelerdir.
Demokratik merkeziyetçiİiğe ters düşülmesi, yani azınlığın
çoğunluğa, Üyelerin Yönetim Kurulu kararına uymaması disiplinsizliktir.
Demokratik merkeziyetçiliği bütünleyen vazgeçilmez diğer
like de eleştiri - özeleştiri ve ikna yönteminin organlar
içinde ve organlar arasında işletilmesidir.
ve disiplinin temeli demokratik merkeziyetçiliktir.
Demokratik merkeziyetçilik Derneğin, iç işleyişinin biricik
mekanizması olduğu gibi, derneğin sağlamlaşmasının, dışa
karşı en etkili mücadele vermesinin ve gelişmesinin ilkesel bakımdan en önemli temel taşıdır. Demokratik merkeziyetçilik
özü doğru bir ilkedir.
Demokratik merkeziyetçiliğin özü «azınlığın,çoğunluğa, alt
organın üst organa uyması»dır. Dernek içinde en yüksek organ
olan Genel Kurul tarafından seçilen Yönetim Kurulu
deneğin çoğunluğunu temsil eder.
Bu bakımdan dernek üyelerinin Yönetim Kurulu
kararlarına uymaları, derneğin çoğunluğunun kararlarına uymaları demektir.
Demokratik merkeziyetçi ilkeye göre her kademedeki aynı
organ içinde de azınlık çoğunluğa uyar. Azınlık görüş sahipleri
kendileri muhalif kalsalar bile kendi bulundukları organdan çıkan kararlara uymak, onları uygulamak zorundadırlar.
Demokratik merkeziyetçilik yukarıdan aşağıya merkeziyetçilik,
aşağıdan yukarıya demokrasi demektir.
Yöneti Kurulundan gelen karar uygulanır, eğer üyeler bu kararın yanlışlığını düşünüyorlarsa görüşlerini getirebilirler, fakat Yönetim Kurulunun son kararına uymak zorundadırlar. Uygulanan Yönetim Kurulunun kararının yanlışlığı pratik içinde görülürse, Üyeler o zaman Yönetim Kuruluna
demokratik merkeziyetçi işleyiş içinde ve gerekli kurallarda
eleştirisini getirir.
Yönetim ve denetleme organlarının bir çalışma dönemindeki
tüm çalışmalarının görüşüleceği ve irdeleneceği yerler kongrelerdir.
Demokratik merkeziyetçiİiğe ters düşülmesi, yani azınlığın
çoğunluğa, Üyelerin Yönetim Kurulu kararına uymaması disiplinsizliktir.
Demokratik merkeziyetçiliği bütünleyen vazgeçilmez diğer
like de eleştiri - özeleştiri ve ikna yönteminin organlar
içinde ve organlar arasında işletilmesidir.
NEDEN ÖRGÜTLÜLÜK
Neden örgütlülük?
Bireyler ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda seslerini duyurmak, çıkarlarını korumak, geliştirip güvence altına alınmasını isterler. Tek başlarına sorunların çözümü ve güvenceye alınma olanağı yoktur. Bu nedenle ortak çıkarları olanlar bir araya gelerek örgütlenirler.
Örneğin; İşçi, Memur örgütü olan Sendika gibi, Ticaret odası, Sanayi odası ve Meslek odaları gibi.
Bizlerin örgütlenmesi de elbette ortak çıkarlara dayalıdır. En büyük ortak çıkarımız da bizlere geçmişimizden gelen kültürel değerlerimizdir. Şunu unutmamamız gerekir, İnsanın iki canı vardır;
1) Nefes dediğimiz biyolojik can,
2) Kültürel can’dır. Bize insansal niteliğimizi kazandıran kültürel candır.
Dünün Ortaçağında ve feodal bir yapı altında, Anadolu halkının memnuniyetsizliğini kucaklayan yol örgütü de dediğimiz “topluluk örgütlenmeleri”, günümüz Türkiye’sinde ve kapitalist bir toplum da aynı işlevi yerine getirmesi olanaksızdır.
Bu eksikliği veya boşluğu kapatabilmek için demokratik kitle örgütü kapsamında “toplum örgütlenmeleri” yapmak zorundayız.
Bu örgütlenmeyi yapmaktaki amacımız;
1) Kültürümüzün yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması,
2) Toplumu sanatsal etkinliklerle eğitmek ve üretime katkı sağlamak
3) Tüm bu etkinliklerimizi yerine getireceğimiz “kültür merkezi” gibi mekânlar açmaktır.
Bunları yaparken başta üyelerimizin ve tüm halk kesimlerinin demokratik
İstemlerini kucaklamalı, demokrasi ve laiklik mücadelesine omuz vermeli, gerektiğinde bu mücadelenin “öznesi” yani simgesi olabilmeliyiz.
Toplumun diğer kesimlerin de kurulmuş olan örgütlerle “birlik ve dayanışmaya” gidebilmeli, Halkın siyasal mücadelesini eğitmeli, doğru siyasal oluşumlar yaratmasına “katkı” yapabilmeliyiz. Bu ülkenin demokrasi mücadelesine kalıcı katkılar verebiliriz. Bugün ülkemizde halk muhalefetinin, toplumsal memnuniyetsizliğin her şeyden önce buna “gereksinimi” vardır. Bu gereksinmeyi karşılayacak güçlerin başında da “Tüm demokrat, laik, çağdaş, vatansever duyarlı güçlerle birlikte bizler yani Tüm “Budakdere’liler” gelmektedir.
Toplumsal boyutta halk çıkarına-yararına dayalı bir kavganın taşıyıcısı olarak ” yaşama müdahale etmek- yaşamın içinde yerimizi almak” zorundayız.
Gerekliliğine inandığımız ve bilinçlerimizde var olan ortak istemleri kucaklayacağını umduğumuz “Budakdere Köyü kültür Dayanışma kalkınma ve Yardımlaşmayı Destekleme Derneği’nin” ülke genelinde ve Avrupa’daki Budakdere’lilerin örgütlenmesi çalışmasına bünyemizdeki “her can’ın elinden gelen katkıyı esirgemeyeceğinden inancım sonsuzdur.
Derneğimiz kendi kültür, inançlarımızı ve kimliklerimizi yaşama, sonraki kuşaklara aktarma isteğinden doğmuştur. Bu Derneğimizi var eden, Derneğe duyulan gereksinim, bir talebin karşılanmasındandır. Bu anlamda derneğimiz üyelerimizin taleplerini karşılamak için bir araçtırlar.
Bu Derneğin güçlü, etkin olabilmesi, onların kitleselliğinden geçer. Ancak kitlesel olmasının biricik ve yegâne koşulu da, bu kurumların demokratik olması gerekliliğidir. Kısaca denebilir ki; demokratik kitle örgütleri, kitleselliklerini demokratik olmalarına borçlu olan örgütlerdir.
Bizler yani Tüm Budakdere’lilerin Derneğimizi Daha etkin kılmak için katkı koyacağına başta da belirttiğim gibi inancım sonsuzdur. Bir serçe kuşu kadar olabilmek çok anlamlıdır. Bir serçenin yaptıklarını kendimize şiar alarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Rivayet bu ya bir vakit doğada büyük bir yangın olur. Serçe kuşu bu yangını söndürmek için seri bir şekilde en yakın su birikimi olan bir kaynaktan bir damla suyu gagasıyla taşıyarak yangını söndürmeye müdahale ediyor. Öyle bir gayret gösteriyor ki yangın karşısında çaresiz kalan diğer canlıların dikkatini çekiyor canlılardan biri;
Hey sen ne yapıyorsun bir damla suyla yangın mı söner diye çıkışır.
Serçenin cevabı şu olur; “Ben kendime düşen görev yapıyorum elimden gelen bu” diye yanıtlar. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Yönetim Kurulu ve tüm üyelerim adına saygı ve sevgilerimi sunarım
Dostlarla dostluk ve sevinç içinde kalın.
Bireyler ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda seslerini duyurmak, çıkarlarını korumak, geliştirip güvence altına alınmasını isterler. Tek başlarına sorunların çözümü ve güvenceye alınma olanağı yoktur. Bu nedenle ortak çıkarları olanlar bir araya gelerek örgütlenirler.
Örneğin; İşçi, Memur örgütü olan Sendika gibi, Ticaret odası, Sanayi odası ve Meslek odaları gibi.
Bizlerin örgütlenmesi de elbette ortak çıkarlara dayalıdır. En büyük ortak çıkarımız da bizlere geçmişimizden gelen kültürel değerlerimizdir. Şunu unutmamamız gerekir, İnsanın iki canı vardır;
1) Nefes dediğimiz biyolojik can,
2) Kültürel can’dır. Bize insansal niteliğimizi kazandıran kültürel candır.
Dünün Ortaçağında ve feodal bir yapı altında, Anadolu halkının memnuniyetsizliğini kucaklayan yol örgütü de dediğimiz “topluluk örgütlenmeleri”, günümüz Türkiye’sinde ve kapitalist bir toplum da aynı işlevi yerine getirmesi olanaksızdır.
Bu eksikliği veya boşluğu kapatabilmek için demokratik kitle örgütü kapsamında “toplum örgütlenmeleri” yapmak zorundayız.
Bu örgütlenmeyi yapmaktaki amacımız;
1) Kültürümüzün yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması,
2) Toplumu sanatsal etkinliklerle eğitmek ve üretime katkı sağlamak
3) Tüm bu etkinliklerimizi yerine getireceğimiz “kültür merkezi” gibi mekânlar açmaktır.
Bunları yaparken başta üyelerimizin ve tüm halk kesimlerinin demokratik
İstemlerini kucaklamalı, demokrasi ve laiklik mücadelesine omuz vermeli, gerektiğinde bu mücadelenin “öznesi” yani simgesi olabilmeliyiz.
Toplumun diğer kesimlerin de kurulmuş olan örgütlerle “birlik ve dayanışmaya” gidebilmeli, Halkın siyasal mücadelesini eğitmeli, doğru siyasal oluşumlar yaratmasına “katkı” yapabilmeliyiz. Bu ülkenin demokrasi mücadelesine kalıcı katkılar verebiliriz. Bugün ülkemizde halk muhalefetinin, toplumsal memnuniyetsizliğin her şeyden önce buna “gereksinimi” vardır. Bu gereksinmeyi karşılayacak güçlerin başında da “Tüm demokrat, laik, çağdaş, vatansever duyarlı güçlerle birlikte bizler yani Tüm “Budakdere’liler” gelmektedir.
Toplumsal boyutta halk çıkarına-yararına dayalı bir kavganın taşıyıcısı olarak ” yaşama müdahale etmek- yaşamın içinde yerimizi almak” zorundayız.
Gerekliliğine inandığımız ve bilinçlerimizde var olan ortak istemleri kucaklayacağını umduğumuz “Budakdere Köyü kültür Dayanışma kalkınma ve Yardımlaşmayı Destekleme Derneği’nin” ülke genelinde ve Avrupa’daki Budakdere’lilerin örgütlenmesi çalışmasına bünyemizdeki “her can’ın elinden gelen katkıyı esirgemeyeceğinden inancım sonsuzdur.
Derneğimiz kendi kültür, inançlarımızı ve kimliklerimizi yaşama, sonraki kuşaklara aktarma isteğinden doğmuştur. Bu Derneğimizi var eden, Derneğe duyulan gereksinim, bir talebin karşılanmasındandır. Bu anlamda derneğimiz üyelerimizin taleplerini karşılamak için bir araçtırlar.
Bu Derneğin güçlü, etkin olabilmesi, onların kitleselliğinden geçer. Ancak kitlesel olmasının biricik ve yegâne koşulu da, bu kurumların demokratik olması gerekliliğidir. Kısaca denebilir ki; demokratik kitle örgütleri, kitleselliklerini demokratik olmalarına borçlu olan örgütlerdir.
Bizler yani Tüm Budakdere’lilerin Derneğimizi Daha etkin kılmak için katkı koyacağına başta da belirttiğim gibi inancım sonsuzdur. Bir serçe kuşu kadar olabilmek çok anlamlıdır. Bir serçenin yaptıklarını kendimize şiar alarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Rivayet bu ya bir vakit doğada büyük bir yangın olur. Serçe kuşu bu yangını söndürmek için seri bir şekilde en yakın su birikimi olan bir kaynaktan bir damla suyu gagasıyla taşıyarak yangını söndürmeye müdahale ediyor. Öyle bir gayret gösteriyor ki yangın karşısında çaresiz kalan diğer canlıların dikkatini çekiyor canlılardan biri;
Hey sen ne yapıyorsun bir damla suyla yangın mı söner diye çıkışır.
Serçenin cevabı şu olur; “Ben kendime düşen görev yapıyorum elimden gelen bu” diye yanıtlar. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Yönetim Kurulu ve tüm üyelerim adına saygı ve sevgilerimi sunarım
Dostlarla dostluk ve sevinç içinde kalın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
BÜLTEN
