SAMSUN LADİK BUDAKDERE KÖYÜ KÜLTÜR DAYANIŞMA KALKINMA
VE YARDIMLAŞMAYI DESTEKLEME DERNEĞİ
WEB SAYFASINA HOŞ GELDİNİZ

17 Mart 2012 Cumartesi

KONUŞMA METNİ

Cumhuriyetin eşit haklarından mahrum bırakılmış vatandaşları hoş geldiniz

Cumhuriyetin kimsesizleri,ötelenmiş,ötekileştirilmiş, dışlanmış,yok sayılmış halleriyle şiddete ve katliamlara inat hak diyenler….hoş geldiniz

sıvas,maraş,corum,dersim malatya ve nice yerlerde yaşanmış acı hikayelerin susan sahipleri olmayacağız diyenler hoş geldiniz..

Kişisel özgürlükler,sosyal dayanışma ve paylaşımcılık,insanların eşitliği,kadın erkek eşitliği gibi insancıl değerleri benimseyenler hoşgeldiniz…

Siyasi iktidarlar cami temeli değil hastane ve okul temeli atsın diyenler

Zorunlu din dersleri kaldırılsın diyenler…

Herkes farklılıklarıyla eşit koşullarda kardeşçe birarada yaşasın diyenler.hoşgeldiniz

Biz köylerimizde cami istemiyoruz cem evleri bizim ibadet yerimizdir diyenler

yurttaşlar arasında savaş şiddet ve nefret istemeyenler

İnsanda olanı insana isteyenler,

Sevgi dayanışma dostluk ve eşitlik isteyenler hoşgeldiniz.

Sevgili dostlar,

Biz Aleviler, kerbela’dan bugüne yüzyıllar boyu baskı ve kıyımlara uğramış olan, baskı, kıyım ve toplumsal önyargılar nedeniyle inancımızı, kültürümüzü zor koşullarda yaşamak zorunda kalmış bir topluluğuz. Kerbela katliamından sonra 13. yüzyılda Baba İshak ve Baba İlyas’dan sonra başlayan Alevi kırımları, Şahkulu katliamı, Yavuz Sultan Selim, Ebu Suut’un fetvası ile yapılan katliamlar, Kuyucu Murat’ın büyük kıyımı sonrasında küçük çaplı yöresel de olsa, İttihat ve Terakki dönemine kadar sürmüştür. Cumhuriyet sonrası, Dersim’den, Maraş’a, Çorum’dan Malatya’ya, Sivas’tan Gazi katliamına birçok kez kıyıma uğradık. Kılıçtan geçirildik, asıldık, kurşuna dizildik, diri diri yakıldık.

Bütün baskılara kıyımlara rağmen sevgiyi inancımızın temeline koyduk. İnançların, dillerin ve kültürlerin muhasipliğine inandık. “Benim kabem insandır” diyerek insan sevgisini kutsadık. “72 millete bir nazarda bakarak” ırkçılığa karşı halkların kardeşliğini savunduk.

Hz.hüseyin

Zalimin zulmüne karşı çıkmamak, mazluma yapılacak en büyük kötülüktür. Ben zalimlerle birlikte varlık içinde yaşamayı alçaklık sayarım. Zalime karşı gelerek bulacağım ölümü ise yücelik sayarım…". Diyerek İmam Hüseyin Aleviler için bir direniş abidesi olmuştur

Baba İshak, Baba İlyaslardan hak aramayı, Şeyh Bedrettin’den “yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber olabilmeyi” Yunus Emre’den “yaradılanı yaradandan ötürü sevmeyi, Hacı Bektaş Veli’den “okunacak en büyük kitabın insan olduğunu”, Pir Sultan’dan direnmeyi, haksızlıklar karşısında başkaldırıyı öğrendik. “severken Karacaoğlan, ipe giderken Pir Sultan” olduk.

“HEPİMİZ PİÇİZ”! Böyle buyurdunuz, haklısınız “Hepimiz piçiz”…
Tarihimizden kopardınız, dillerimizi yasakladınız, katlettiniz, sürgün ettiniz... Size göre bunlar piçleştirme, bize göre asimilasyon.
Önce “Türkmen”leri kestiniz, sonra devletinize bir ulus gerekince herkesi “Türk” yapıverdiniz. Ermenileri ve Rumları sürdünüz, katlettiniz, mallarını yağmalayarak sermayeyi de millileştirdiniz.
Şimdi de gelip geçmişini arayanlara, dedesinin mezarını, kayıp akrabalarını, dilini arayanlara “piç” diyorsunuz. Haklısınız piçiz!
Sizin yeniden tarih icat eden Türk Tarih Kurumunuz, güneş-dil teorileriniz, anadil yasaklarınız, şapka kanununuz, Orta Asya masallarınız, kardeşe düşman atasözleriniz, akrabaları ayıran “misak-ı milli” sınırlarınız, ulusal çıkarlarınız, ilkokul antlarınız piçleştirmekse biz de bu tezgahtan çıkan tohumlar olarak piçiz...
Katliamlarınız, mağaralarda gazla boğduklarınız, diri diri yaktıklarınız, işkence haneleriniz, dar ağaçlarınız, yağmacı atsızlarınız, intikam tugaylarınız, kaybettikleriniz, gizlediğiniz mezarlar piçleştirmekse biz de dedesini tanımayan, geçmişini bilmeyen çocuklar olarak pekala piçiz!
Kart-kurt sesi çıkaranlar Kürt’tü, Çerkesler zaten haindi, Lazlar fıkralarda geçen varlıklardı, Ermeni olmayı küfürden saydınız, Pontuslar zaten yoktular, Türkmenleri cahil, Arapları pis, Alevileri “mumsöndüren” ilan ettiniz, yok saydınız, aşağıladınız… Şimdi gelip bize “piç” diyerek hakaret ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
Biz piç olmayı cellât olmaya tercih ederiz!
Uludere’de halkın üzerine F-16’larla bomba yağdıran pilotlarınız, Hrant’ı arkadan vuran beyaz berelileriniz, hep bir gece “ansızın” gelen genç atsızlarınız, kanla yazan köşe yazarlarınız, işkencecileriniz, taş atan çocuklara tecavüz eden gardiyanlarınız sizin olsun.
Biz insan olmayı, insan kalmayı tercih ederiz!
İşte bu yüzden, hepimiz Hrant’ız!
İşte bu yüzden, oğullarının mezarını arayan analarız, cezaevlerinde devrimciyiz, anadilini arayan çocuklarız, isyan ateşini söndürmeyen Kawa’larız, Pir Sultan’ın yolunda canlarız, Şeyh Bedreddin’lerin yoldaşlarıyız!
Biliyoruz! Medeniyetler beşiği bu topraklarda özgür bir gelecek mayalanıyor.
Hrant Dink kendisini en son güvercine benzetmişti. Hem tedirginliği açısından hem de özgürlüğü. Bu kadar güzel, bu kadar cesurca duygularını ortaya koyan bir yüreğin bu topraklarda yetişmiş olması bize umut veriyor. Biz buna cesaret demeyi yeğliyoruz, arkadan gelip kurşun sıkmaya cesaret değil, korkaklık diyoruz. Korkuyorsunuz.
Korkunuzu gerçeğe çevireceğiz! Son okuduğum Dergahın Sırrı kitabında , "Her iktidar gücünün zirvesine çıktığında kendisinden başkasına tahammül edememe sendromuna yakalanır " şeklinde bir tanımlamayla karşılaştım ve hoşuma gitti. Bu tanımlamayı günümüz iktidarına uyarlamaya karar verdim.
Önce şunun altını çizmek gerekiyor: Bir iktidarın gücünün zirvesine çıkması demek, yükselişinin vardığı en üst noktaya (maksimum noktaya) gelmiş olması demektir. Bunun bir dağın tepesi olarak düşünebiliriz. O tepeye çıktıktan sonra tepenin genişliğine bağlı olarak ( halk kitlelerine ne kadar dayanıyor) o tepede gezinirsiniz ama kaçınılmaz olarak sizi iniş bekliyordur.
Bu günkü AKP iktidarı tam da bunu yaşamaktadır. Kendilerinin de dedikleri gibi 12 Haziran 2011 genel seçimleriyle %50 oy alarak ustalık dönemine girdiler yani iktidarları zirve yaptı. Tam da o tarihten itibaren tahammülsüzlükler artış göstermeye başladı. Artan tahammülsüzlük giderek süreklilik kazandı ve bir sendroma dönüştü yani kronikleşti .
Sürekli özgürlükten bahsettiler ,kendi özgürlük alanlarını genişlettiler ama toplumun özgürlük istemlerini zorla bastırmaya başladılar. Zulme uğradıklarının sürekli altını çizdiler, zulümden kurtuldular ama kendileri gibi düşünmeyenlere zulüm uygulamaya başladılar. Adalet dediler ama toplumun her yanını zindana çevirdiler. Kendi çıkarları gerektiğinde her yasal düzenlemeyi bekletmeden yaptılar ama on binlerce insanı içeri tıkan terörle mücadele yasasında hiçbir değişikliğe gitmediler ve sürekli geçiştirdiler. "Halkın seçtiklerini ezdirmeyeceğiz" diye bangır bangır bağırıyorlar ama halk tarafından seçilmiş 9 milletvekilini 9 aydır içeride tutmaya devam ediyorlar. Bütün bunlar iktidarın gücünün zirveye ulaştığının en büyük kanıdır ve bu yüzdendir ki tahammülsüzlük kaçınılmazdır.
Artık ülke içinde daha çok çatışıyorlar, komşu devletlerle daha çok sürtüşüyorlar, kendi cemaatleriyle kapışıyorlar, her şeyin en doğrusunu bildiklerini ve yaptıklarını iddia ediyorlar. Suni gündemlerle ülkeyi yönetiyorlar . İşte bundandır ki AKP iktidarı yükselişini bitirdi ve inişe başladı. İniş çıkıştan çok daha sancılı olur ve oluyor. Dikkat edilirse tek millet vurgusu daha fazla yapılmaya başlandı, ırkçı söylemler artış gösteriyor. Son Taksim mitingi bunun en ciddi örneği. Hükümeti temsil eden İçişleri Bakanının konuşma biçimi ve kapsamı , açılan pankartlardaki sloganlar, Azerilere yapılan katliamı kınama mitinginden çıkıp nefret ve kinle yüklü bir mitinge dönüşmüştür.
İktidarın iktidar hırsı öyle bir noktaya vardı ki kendisine oy verenlerin kimler olduğunu bile unuttu. "Millet istiyor" derlerken de Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, Arapları, Lazları, Süryanileri, demokratik bir Türkiye'den yana olan Türkleri bu kavramın dışında tutuyorlar.
İktidarın tahammülsüzlük sendromunun bir nedeni de , iktidarın güçlü bir muhalefetten yoksun oluşudur. İktidarın oylarıyla muhalefetin oyları yaklaşık olarak birbirine eşit. Nicel olarak bu eşitlik ne yazık ki nitel bir eşitlikten çok uzakta. Muhalefet, iktidarın yarattığı suni gündemlerin peşine takılmış , başbakanın politik dilini taklit etmektedir. Nedenler değil sonuçlar tartışılıyor, bireyler eleştiriliyor, fikirsel mücadele arka planda kalıyor.Projelere projeyle karşılık vermek yerine duygusal tepkiler tercih ediliyor. Son 4+4+4 eğitim projesinde muhalefetin, 8 yıllık kesintisiz eğitimin olumsuz sonuçları ortadayken(köy okullarının kapatılması , taşımalı eğitimin yol açtığı olumsuzluklar) Türkiye'nin sosyolojik yapısına uygun olmayan sistemi savunmak konumuna düşmesi büyük bir tahlilsizliktir.
İktidarın tahammül edememe sendromu, muhalefetin politika üretememe sendromuyla birleşince ülkenin demokratikleşme süreci büyük bir kesintiye uğradı. Kitlelerin ekonomik, demokratik hak gaspı hız kazandı ve ülkenin üzerine koyu bir sis bulutu çöküverdi. Ne yazık ki yakın bir gelecekte çoğunluğu mutlu edecek bir ışık görünmüyor. Tahammül edememe sendromu toplumu daha da germeye aday gözüküyor. Gericiliğe, yobazlığa, din ve inanç baskısına, faşizme, adaletsizliğe, eşitsizliğe, ayrımcılığa, her türlü emek sömürüsüne karşı özgür toplum dileğiyle Saygı ve sevgiler sunuyorum.

BÜLTEN

BÜLTEN